Ana içeriğe atla

Mine Mutlu Herşeyi Açıkladı


«Evet, eski Mine değilim artık!»
«Oh, dünya varmış» diye şimdi denir işte. Mine Mutlu ile konuşuyorduk. Biraz ör.ce 29/Ağustos/1970 tarihli SES mecmuasında Mine’yle ilgili bir yazıyı okumuştum. Yazıda sinemadaki Mine Mutlu ele alınıyor; onun sinemadaki zor ve çetin günleri anlatıldıktan sonra şöhrete koşuşunun hikayesi veriliyor, son zamanlarda attığı yanlış adımlar sayılıyor ve sonunda şu yargıya varılıyordu: «Türk sinemasında bir yıldız kayıyor!» 0 yazıyı yazmamış olmanın rahatlığı ile bu yargının gerçekleştiğini söyleyebilirim şimdi. Bir zamanlar gerilerden koşmaya başlayıp hızla zirveye doğru çıkan, adını kısa bir süre için bile olsa «Üçüncü kadın» a çıkaran Mine Mutlu bugün yoktur. Daha doğrusu vardır ama, ne «Üçüncü kadındır», ne dördüncü, ne beşinci hatta, ne de altıncı... Çıktığı yerden hızla boşluğa yuvarlanmıştır Mine Mutlu. Kendisiyle bunu konuşacaktım konuşmasına, ama ya o bu durumu kabullenmeseydi, ya «Hayır efendim. Kim demiş onu. Ben geçen yıl bu ay sinemada neredeysem şimdi da oradayım, hatta daha ileri gittim!» deseydi ne yapardım? Ama demedi Mine Mutlu. Gözümün içine baka baka yalan söylemedi. Yalan yerine gerçeği tercih etti. Bunun üzerine Mine Mutlu ile «sinema yıldızı Mine Mutlu» hakkında konuşmaya başladık;
«Türk sinemasında bir yıldız kayıyor başlıklı yazıda Mine'nin durumunu yitirişiyle ilgili üç şeyden bahsediliyordu. Bunlar Mine'nin adını aşk skandallerine karıştırması, sahneye çıkması ve bir filim şirketi kurmak istemesiydi. (Sonradan o günlerde bu yolda dolaşan haberlerin yanlış olduğu anlaşıldı.) Peki, Mine Mutlu kendisi hakkında ne düşünüyordu. Niçin eski Mine değildi artık.»
- «Geçen yıl bir zamanlar üçüncü kadındım Yeşilçam'da» diye sözlerine başladı Mine Mutlu. «Sonra ne oldu anlıyamadım, peşpeşe yanlış hareketler yapmaya, atılmıyacek adımlar atmaya başladım... Önce Engin Çağlar'da flörte başladık. Bu benim için kötü oldu tabiî... Bunu anlayınca ayrılmak istedim. Ayrıldık, ama bu daha kötü oldu. Düşünebiliyor musunuz? Aleyhime olan bir durumu düzeltmek için bir hareket yapıyorum ve o hareketle durum daha çok aleyhime dönüyor. Sonra Cengiz Konuk meselesi var. O iş başından sakattı zaten. Cengiz evliydi... O sırada ortaya bir de «Mine Mutlu’nun kanunları» meselesi çıktı. Ben fiyatımı arttırmıştım o günlerde, prodüktörlere birkaç şart ileri sürüyordum, ama basın bunu daima 'zamlı tarife' ile veriyordu. Benim bir şartım en azından 3, 5, 6 şart oluyordu. Yani durumumun değişmesinde basının da rolü oldu. Sahneye çıkmam da sinemadaki durumumu etkiledi tabii.»
- «Peki sahnede umduğunuzu buldunuz mu?»
- «Buldum tabiî... Sinemada iddialıyım. Başından beri birşeyler yapmak, bir yere varmak istiyordum. Bunlar maddî olmaktan çok manevi şeylerdi. Oysa sahnede ön plana maddi durumu almıştım. Bir örnek vereyim isterseniz. Sahneye çıkmadan önce sinemadaki durumumdan çok memnundum, ama o 'durum' bana sadece bir araba kazandırmıştı. Üstelik arabayı bono ile almıştım. Bonolar ödenmeyince onları ödemek de bana düştü. Şu anda tam yarım milyonluk ödenmeyen bono var elimde. Sahneye çıktım da kötü mü ettim? Arabanın ödenmeyen bonolarını ödedim. Bir kat aldım, 3-5 kuruş sahibi oldum.»
- «Peki bundan sonra ne yapacaksınız?»
- «Aslında birşey yapmıyacağım, sadece hata yapmamaya çalışacağım. Zararın neresinden dönülse kardır derler. Sahneye devam edeceğim. Ama sinemaya daha büyük bir heyecanla ve adeta sıfırdan başlar gibi tekrar başlayacağım.»
- «Bir de şu son filim var. Adı «Seks Fırtınası» idi galiba... O filimin büyük bir kısmında yarı çıplak oymıyormuşsunuz. Bu durum değişik yorumlara yol açtı: Kimi 'Mine inişini durdurmak için soyundu' dedi, kimi 'Son kozunu oynuyor. Bu tarzda da tutunamazsa biter' dedi. Şimdi karşı karşıya açık kalple konuşuyoruz. Ne diyorsunuz bunlara?»
- «Ben sinemayla sahneyi bir arada yürütmeye kararlıyım. Kim ne derse desin yaptığımın doğru olduğuna da inanıyorum. Bütün dünya bu tür filimlere, çıplak unsuru fazla olan bilimlere kayıyor. Rejisör Nazmi Özer gelip bana konuyu anlattığında düşündüm ve kararımı verdim. Türk sinemasında bunun birçok örneği var. Ben ne son kozumu oynuyorum, ne de inişimi durdurmak için soyunuyorum. Bu filimde soyunmam gerektiği için soyunuyorum sadece. Bundan sonra da soyunmam gerekirse soyunacağım. Şunu da çok iyi öğrendim artık. Bir artist iyi resim vermeye devam ettikçe ve işini ciddiye aldığı sürece Yeşilçam'da kalabilir. Size başka bir itirafta bulunayım: Ben bu filmi sinemadaki ikinci dönemimin ikinci çıkışının ilk filmi olarak kabul ediyorum. Bu yıl eski durumuna gelmek için çalışacağım, gelecek yıllarda da bir taraftan bu durumumu korumak, bir taraftan da daha ileriye gitmek için uğraşacağım.»
Böyle diyor Mine Mutlu. «Azimliyim, kararlıyım, hata yapmadan sinema yapacağım» diyor. Ne diyelim, inşallah dedikleri gerçekleşir ve biz - 1969'da olduğu gibi - 1972 yılı başında da bir başlık atarız: «1972 Mine Mutlu'nun yılı olacak» diye.
«Mine Mutlu'nun yıldızı 1972’de ikinci defa parladı,» diye...

İşi imkansız değil, ama zor, hem de çok zor Mine Mutlu'nun. Zira, dünya sinemasında olduğu gibi bizde de, zirveden yuvarlanmak kolay, tırmanmak çok güçtür...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....