Bazı
insanların isimleri veya soyadları kendilerine ihanet ediyor.
Mesela adamın adı Kaya’dır ama kendi sertlik bir yana, yufka mı
yufka yüreklidir. Adı Güler’dir, ama kendi sanki bir kanuni mani
varmışçasına asla gülmez! Neşe Karaböcek'in soyadı da böyle.
Sahibine ihanet ediyor. Öyle ya, «Karaböcek» deyince en azından
esmer bir hanımla karşı karşıya geleceğinizi sanıyorsunuz, ama
gerçek hiç de öyle değil. Neşe Karaböcek beyaz tenli genç bir
hanımefendi. Üstelik «Karaböcek» gerçek soyadı da değil,
isterseniz işe önce Neşe Alp Sakarya'nın «Karaböcek»
kelimesini adının peşine ekleyişinin hikayesinden başlayalım.
Yıl
1947. 1942 yılında doğan küçük bir kız 5 yaşındadır.
«Karaböcek» isimli bir piyes oynanacak, piyesin başrolünü işte
bu 5 yaşındaki kız oynayacak ve hepsinden önemlisi bu işi
aralarında devrin Cumhurbaşkanının da bulunduğu büyük bir
seyirci topluluğu önünde yapacak. Küçük Neşe herkesi heyecan
içinde bırakan bu sınavdan başarıyla çıkıyor. İsmet İnönü
de piyes bitince ilgililere şu direktifi veriyor:
-
«Bu çocuk gerçekten büyük bir kabiliyet. Onu Devlet Tiyatrosuna
alıp yetiştirin.»
Böylece küçük Neşe
5 yaşındayken Devlet Tiyatrosunun kadrosuna giriyor. Muhsin
Ertuğrul'la «Büyükbaba ile Torunu» adlı piyeste oynuyor. Sonra
yıllar yılları izliyor. «Karaböcek» ona soyadı oluyor. Tiyatro
dersleri, lise falan derken birden, tiyatroya, «elveda,» deyip
Ankara Radyosu'na giriyor, isterseniz buna «dönüyor» da
diyebilirsiniz. Öyle ya, Neşe Karaböcek henüz 9 yaşındayken
radyoda amatör olarak görev almış, «Kore Saati»nde konuşmuş,
yaşına başına bakmadan «Çile Bülbülüm,» «Bakmıyor Çeşitti
Siyah» şarkılarını söylemiş..
1942
yılında Bakırköy’de doğan Neşe Karaböcek Ankara’da
büyümüş, Ankara'da adını duyurmuş, Ankara'da şöhret olmuş,
Ankara’da Atilla Alp Sakarya ile evlenmiş (1963) ve günlerden bir
gün Ankara'ya elveda deyip «temelli İstanbullu» olmuş. Radyoda
daha çok İspanyol müziği tarzında şarkılar söylüyor, buna
mukabil sahnede alaturka şarkılar... Kendisine bakarsanız bunda
şaşacak hiçbir şey yok:
-
«Ben bu işe, yani radyoda alafranga, sahnede alaturka söyleme
işine Ankara'da başladım. Ankara Radyosu'nun alaturka bölümünde
çalışmak epey güçtür. Her şeyden önce çelik gibi sinirlere
sahip olmalı insan o bölümde çalışabilmek için. Alafranga
bölümü ise öyle değil. Bu yüzden radyoda alafrangayı seçtim.
Sahnede ise bence alaturka alafrangadan daha çok tutuluyor. Eh,
insan ikisini de yapabildikten sonra çalıştığı yerlerdeki
halkın isteğine uygun olması şartıyla dilediğini yapabilir.»
Geçen haftalarda
«Artık Sevmeyeceğim» ve «Ağlama Değmez Hayat» adlı şarkıları
50 binden çok sattığı için 2 altın plak alan sanatçının
şimdi en büyük ideali İstanbul’da başarı gösterip adını
neonlara daha büyük harflerle yazdırmak...(diğer haberler için
aşağıdaki linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder