Ana içeriğe atla

Ömer Şerif Macera Filmlerine Transfer Oldu

Gregory Peck, elleri arkasına bağlanmış, üstü başı toz içinde ve perişan bir halde karşısında duruyordu. Hemen elini uzattı, saçlarından kavrayıp Gregory Peck'i kendine doğru çekti, iki yanağına iki tokat endirdi, karnına da bir tekme savurdu. Gregory Peck, ıstıraba daha fazla dayanamayarak yere çökmüştü... Karşısındaki kovboy kıyafetli bıyıklı esmer adam, beyaz dişlerini göstererek memnun memnun gülümsedi, sonra yanındakilere yerde yatan Gregory Peck'i götürmelerini işaret etti. Kendisi ise, tabancası elinde daha başka canlara kıymak için aceleci adımlarla, yürüdü, gitti...
Mısırlı aktör Ömer Şerif, «McKenna's Gold» (Mc Kenna'nın Altını ) isimli kovboy filminde etrafına işte böyle dehşet saçan, öldürdüğü insanların sayısını bile hatırlamayan korkunç bir tip olarak seyircinin karşısına çıkacak... «İngiliz Casusu Lawrence» filmiyle şöhrete ulaştıktan sonra genç aktörün sinemada Rudolph Valentino'dan boşalan yeri dolduracağı umulmuştu... Şüphesiz Ömer Şerif, Valentino kadar yakışıklı değildi, ama beyazperdede canlandıracağı romantik tipler onu pekala ikinci bir Valentino yapabilirdi... Netekim «Dr. Jivago» filminden sonra Ömer Şerif, kadınların hoşuna giden bir tip olarak adını dünyanın dört bir köşesine duyurdu...
Ömer Şerif'in kadınların beğeneceği tipleri canlandırmaya devam etmesi beklenirken birdenbire bir kovboy filminde sadist bir katil olarak seyircinin karşısına çıkması doğrusu hayli yadırgandı. Ömer Şerif, son zamanlarda filimcilerden pek teklif almadığı için, sırf işsiz kalmamak için mi bu filimde oynamayı kabul etmişti, yoksa işin içinde daha başka sebepler mi vardı? Bakın, ünlü aktör, «Mc Kenna'nın Altınları» macerasını, kadınların hoşlanacağı romantik erkeklikten, kovboyluğa, kötü adamlığa geçişini nasıl yorumluyor:
- «Aldığım romantik rol tekliflerinin haddi hesabı yoktu. Herkes nedense beni şarklı bir Vaientino olarak görmek istiyordu. Başlangıçta bu bana da cazip gelmişti. Fakat Allahtan, aklımı başıma çabuk topladım... Çünkü Valentino'nun devri artık geçmişti. Bir zamanlar sinemanın bu ünlü aktörü eğer ölmemiş olup, bugün sinemada şöhret yapmaya kalkışsa kimse onun yüzüne bakmaz, ona rol vermezdi... Sinemada yakışıklı erkek devrinin geçtiği aşikar... Bugün Amerikan ve Avrupa sinemasında şöhret yapan erkeklerin çoğuna ne güzel denir; ne de yakışıklı... Ben de günün modasına uymak zorundaydım. Onun için kolları sıvadım... işte rejisör J. Lee Thompson'un teklifini de bu düşünceyle kabul edip «Mc Kenna» hüviyetine büründüm.
Ömer Şerif'in şu anda beyazperdede canlandırdığı tip, kadınların hiç de hoşlarına gidecek cinsten değil... Elinden tabanca hiç eksik olmayan bir kovboy bozması, MeksikalI bir haydut... Altın bulmaktan başka hiç bir merakı, isteği yok ve ona kavuşmak uğruna karşısına çıkan herkesi insafsızca ölcfiirmekten de çekinmiyor... Bir zamanların yakışıklı aktörü Gregory Peck de bu filimde Ömer Şerif'in karşısına namuslu bir altın arayıcısı olarak çıkmaktdır...
Ömer Şerif bu filmi tamamladıktan sonra Mel Ferrer'in Terence Young ile ortaklaşa çevireceği «Mayerling Faciası» nda oynamak için Avrupa'ya gidecek olan Ömer Şerif, «Macera filimleri bana daha cazip geliyor» demektedir. «Steve Mc Queen, James Coburn ve George Peppard» gibi macera filimlerini tercih eden aktörlere şimdi daha fazla hak veriyorum... Kamera karşısında heyecanlı dakikalar yaşamak ve yaşatmanın zevkine doğrusu doyum olmuyor.
Eşi Faten Hamama'dan henüz resmen ayrılmadığını belirten aktör, «Karımla aramızda anlaşma yaptık» diyor. «İkimizden biri aşık olup yeniden evlenmeyi kararlaştırırsa o zaman mahkemeye baş vuracağız. Ama o zamana kadar da oğlumuz Tarık'ın hatırı için resmen ayrılmamaya kararlıyız...»

Sinemanın dışında Ömer Şerif'in en büyük merakı briç oynamak. Genç aktör, briç oynamayı o kadar çok seviyor ki şu son zamanlarda filim çalışmaları dilediği kadar oyun oynamasına fırsat bırakmıyor diye aktörlükten vazgeçmeyi bile düşündüğü olmuştu. Fakat şu anda bunları düşünmüyor. Çünkü kovboyluk Ömer Şerif'e briç oynamayı unutturacak kadar cazip geliyor...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...