Etiler'de,
bahçeli iki ev var. Biri Cevat Mahruki, öteki Mesut Turfanda'nın
köşkleri... Önlerinden her sabah geçerim. Geçen gün gene
projektörler, elektrik kordonları, travelling arabaları, tahta
raylar gibi «filim çekim malzemesi» bu evlerden ikisinin bahçesine
yığılmıştı. Şöyle bir göz atıp geçmek üzereydim. Bahçe
kapısından açık sarı saçlı, ince, uzun boylu bir adam çıktı.
Altın çerçeveli siyah gözlükleriyle tam bir kuzeyli, bir
Avrupa'lıydı.
-
«Yerli filimciler galiba gene bir 'ortak - prodüksiyon' yapıyorlar?
Bu aktör de onlardan biri olacak?» diye düşünüp yolumu
değiştirdim ve yanına doğru yürüdüm.
-
«Affedersiniz, bu evde çevrilen filimde mi oynuyorsunuz? diye
İngilizce ilk sorumu sordum. Ama adam başladı gülmeye... Kendi
kendime:
-
«Deli mi nedir?» diye söylenmişim. Yabancı aktör birdenbire
bana bekti ve garip bir şiveyle.
-
«Deli değilim! Yılmaz Güney'im!» demesin mi?...
Bunca
yılımı artistler arasında, yanyana, başbaşa geçirdim. Yılmaz
Güney'in, arasında beyaz düşmüş, simsiyah, kıvırcık
saçlarını, esmer tenini gayet iyi tanırdım.
-
«Aacba doğru mu söylüyor?» diye dikkatle bir daha baktım. O da
bana yardım için kocaman siyah gözlüklerini çıkarmıştı.
Evet, ağzı, burnu, yüzünün çizgileri, kemikli elleri, sırım
gibi ince vücudu... Hep aynı... Garip şiveli konuşmasını
değiştirdi:
-
«Gel ağam içeri... Orada, çalışırken gör bizi...» dedi.
Hava almak için dışarı
çıkmıştı. Benimle salona girince bütün gözler üzerimize
çevrildi. Filmin kadın oyuncusu Nilüfer Koçyiğit... 14 yaşında
14 üncü filmini çeviriyor... Jönprömiye de SES finalistlerinden
Tunç Oral... Hangi sete gitsek bir SES finalisti... Ama konumuz
Yılmaz Güney... Ona soralım dedik:
-
«Nasıl oldu da bu boyaya girdiniz Yılmaz Güney?»
Yanında
gülümseyen filmin rejisörü Yılmaz Duru'ya baktı:
- «İnandığım,
güvendiğim rejisörlerden biri de Duru'dur... O beni kandırdı,
saçımı boyattı... Şakaklarıma da beyaz pat sürdük. Böylece
filimde jön değil baba rolüne çıkıyorum. Filmin adı 'Şeytanın
Oğlu'... Geçen sene de 'Sevimli Haydut'ta çeşitli makyajlar
yapmıştım. İhtiyar kadın kılığına bile girmiştim. Zira,
filim demek hep başka başka insanların hayatlarını temsil etmek
demek... Aynı suratla, aynı makyajla ayrı kişilerin hayatı
temsil edilir mi?»
Yılmaz
gerçekten haklıydı. «Şeytanın Oğlu» veya «Büyük Cellâtlar»
adlı filimde Nilüfer Koçyiğit'in babası rolünde oynuyordu.
Fakat kız, babasını «amcası» olarak tanıyordu. Filmin çok
ilgi çekici konusu kısaca şöyle: Bir cinayet kumpanyası var.
İstediğiniz adamı öldürtmek için 50.000 lira veriyorsunuz.
Fakat kumpanyanın reisi Şamil (Yılmaz Güney) bir adamı
öldürmeden ve öldürtmeden önce hakkında tahkikat yaptırıyor.
Topluma faydalı ise adamı öldürtmek imkansız... Zararlı ise,
para vermeseniz de öldürtebilirsiniz. Filmin sonunda kızı Lale
(Nilüfer Koçyiğit) nin sevgilisi Tunç (Tunç Oral), Şamil'e
gidip Şamil'in öldürülmesini istiyor. Şamil de adamlarına emir
veriyor. Fakat ölmemek için öldürüyor, kıyafet, şekil
değiştiriyor. Sonunda adaleti kendi eliyle dağıtmak isteyen Şamil
de ölüyor...
-
«Kötü filimler! de yaşatmak istemiyorum Türk sinemasında... Bu
yıl 14 filim çevirmiş olacağım... Bu 11'inci filmim... Hemen
hepsi Türkiye'nin en iyi rejisörleriyle... Şimdi Atıf Yılmaz,
Lütfi Akad ve Memduh Ün'le üç filmim kaldı... Bu yıl benden
başka şuurla, planla, programla «en iyi filim» idealini
gerçekleştiren başka oyuncu çıkmadı... Çıksa daha çok
sevinirdim... Ama, önümüzdeki festivallere girecek en az 10 filmim
var... Bugüne kadar bir rakip çıkmadı. Bundan sonra çıkarsa
sürpriz olur...»
Bu
sırada sete Nilüfer Koçyiğit'in annesi Melek Koçyiğit, Hülya
Koçyiğit ile geldi. Küçük kızının, filmin ilk günündeki
çalışmasını görmek istemişti. Rejisör Yılmaz Duru, her
hareket üzerinde titizlikle duruyor, mizansenleri uzun uzun tarif
ettikten sonra bir kere de kendisi oynuyor ve örnek veriyordu.
Nilüfer Koçyiğit, sadece makyaj ustası değil, oyun ustası da
olan rol arkadaşı «Yılmaz Güney ağabeye» layık bir oyun
vermek için elinden geleni yapıyordu. Hayretle fark ettik,
karşımızda geçen yılki «Ölmeyen Aşk» taki Nilüfer'den
tamamen ayrı bambaşka bir Nilüfer vardı.
Hülya
Koçyiğit, Yılmaz Güney'in yeni saç rengini pek beğenmişti.
-
«Cüneyt de boyatmıştı, ama muvakkat boya sürmüştü, hem de
sadece şakaklarına... Yalnız İzzet Günay benimle oynadığı son
filminde şakaklarını berbere boyattı. Çünkü 40 gün aynı
makyajla çalışacak» dedi.
Yılmaz
Güney'e son filimlerinde niçin «fazla değişik» olmaya
çalıştığını sorduk. Kaşlarını çatarak, düşünerek cevap
verdi:
-
«Mümkün olsa daha fazla değişebilsem... Seyirci yılda 14-15
filmimi görüyor. Hep aynı mekanlar, aynı rol arkadaşları, aynı
rejisörlerle çalışıyoruz. Bunlar hep birbirine benzerlik,
yeknasaklık yaratıyor. Bizde de bıkkınlık uyandırıyor. Yabancı
artist yılda en çok iki filim yapar. O da dünyanın ayrı ayrı
ülkelerinde, ayrı ayrı ekiplerle... Bizde bu 250 filim furyası
oldukça yapılacak tek şey çok fazla değişmek... Benim seyircim
bütün fil imlerimi seyrediyor. Önce onu bıktırmamak, sonra
sinema sanatının gerektirdiğini vermek istiyorum. Ben yalnız para
kazanmak için filim çevirmiyorum. Topluma etki yapmak, milyonlarca
insanı eğitmek, yükseltmek için çalışıyorum.
Rejisör
Yılmaz Duru, adaşı Yılmaz Güney'in şakaklarını kendi eliyle
beyazlattıktan sonra kameranın karşısına davet etti. Lon Chaney,
Paul Muni, Peter Lorre ve daha bir hayli milletlerarası makyaj
üstadına taş çıkartabilecek bu iki sanatçı arkadaşı
«Şeytanın Oğlu» ile baş başa bırakıp setten ayrıldık.
Öyle çürünüyor ki
Yılmaz Güney «en iyi oyuncu» yarışında bu yıl da
iddialı...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder