Ana içeriğe atla

Yeni Kantocu Nurhan Damcıoğlu

Kanto deyip geçmeyin hemen... Kanto söylemenin, söylerken dans etmenin, müzik, hareket ve ses arasında bir paralel kurmanın da kendine has bir tekniği vardır. Bakın, yaşayan en eski tuluat sanatçılarından Niko Ozan bu konuda neler söylüyor:
- «Efendim, her önüne gelen kanto söylemeye kalkıyor. Kanto söylemeyi çocuk oyuncağı sanıyorlar. Kanto söylemek şarkı söylemekten çok daha zordur. Önce kantoyu hissetmek gerekir. Kanto şarkı gibi söylenmez, kelimelerin üzerine anlamları koyularak, konuşur gibi söylenir. Şarkının içindeki sözlere hareketlerle daha bir derin anlam kazandırılır... Düet de öyle tabii... Biz artık yaşlandık. Sahneye çıkıp, düetto yapacak halimiz kalmadı. Erkek sanatçılar bu konuya eğilmedikleri için düet öldü. Kanto ise kantodan başka her şeye benziyor bugün... Neyse ki Nurhan kızımız çıktı da eski kantoları gerçek şekliyle yaşatmaya çalışıyor.»
Nurhan Damcıoğlu'nun evindeyiz. Fehmi Ege, Niko Ozan ve Nurhan Damcıoğlu hep birlikte yeni bir kanto üzerinde çalışıyorlar. Niko Ozan açık saçık, dansöz elbisesini andıran bir kıyafet giymiş. Pullarla işli sutyeni, kısacık mini şortu üzerine giydiği şeffaf pembe tülden etekliği ve başındaki sarı peruğuyla onu bir kadından ayırmanın imkanı yok. Fehmi Ege kemanıyla çalıyor, Niko bir kanto tutturmuş, hem söylüyor, hem oynuyor. 75 yaşından ümit edilmeyecek kadar dinç bir insan. Nurhan Damcıoğlu Niko'yu bir süre seyrettikten sonra anlatmaya başlıyor:
- «Tiyatroda çalıştığım günlerde şarkı söylemem teklif edilince ilk aklıma gelen şey 'değişiklik' fikri oldu. Şimdiye kadar yapılmamış bir şeyi yapmak istedim. Bu arada kanto söylemenin orijinal bir şey olacağı aklıma geldi. Önce birkaç kanto öğrenip, sahneye çıktım. Fakat bir süre sonra bu işi daha ciddi yapmak gerektiği anladım...»
Nurhan Damcıoğlu kanto konusunda bilgisini ilerletmek için Fehmi Ege’ye gitmiş. Fehmi Ege bu konuda kendisinden daha bilgili olduğunu söyleyerek. Nurhan Damcıoğlu'nu, Niko Ozan’la tanıştırmış ve Nurhan Damcıoğlu, 2 yılı aşkın bir zamandır Niko ve Fehmi Ege ile çalışarak repertuvarını genişletiyor.
Niko Ozan'ı tanımayanlara tanıtalım: Niko, sanatçı bir aileden geliyor. Kemani Yorgi Efendiyle, ünlü kantocu Küçük Vlrgin'in oğlu; kantocu Amelya Hanımın kardeşi, tuluat sanatının en büyük komiği Naşid’in kaynı, Adile Naşit'Ie Selim Naşit'in dayısı oluyor. İstanbul işgalinde 16 yaşındayken sahneye çıkmış, yıllarca kardeşi Amelya'yla birlikte düettolar yapmış. Son yıllarda radyoya yayınlanan özel ramazan programlarında da görev aldı. Yeni nesillere eski temaşa hayatını tanıttı.

Nurhan Damcıoğlu - Fehmi Ege ve Niko Ozan üçlüsü, geçtiğimiz günlerde bir de plak yaptılar. «Ufacıksın» ve «Yangın Var» adlı kantoların yer aldığı plak, Türkiye'de doldurulan Batı tarzındaki ilk kanto plağı oluyor... Plaktaki iki kantonun da aranjmanı Fehmi Ege'ye ait. Fehmi Ege arajmanları yaparken kantoların melodilerinde en ufak bir değişiklik yapmadan sadece orkestrasyon nisbeten yeni bir tarzda düzenlemiş...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....