Ana içeriğe atla

Masalcı Teyze Günseli Sulga

Her akşam, saat tam 19.55'te radyolarının düğmelerini çevirenler ahenkli bir sesle karşılaşırlar:
- «Bir varmış, bir yokmuş,» diye başlayan tatlı, sıcak, insanı dinlendiren bir ses duyarlar. Sesin sahibi Türkiye Radyoları'nın masalcı teyzesidir...
«Masal Saati» Türkiye Radyoları’nın en çok dinlenen «özel programlarından» biridir. Türkiye'nin dört bir köşesinde birçok anne, tam 19'55'te ellerini radyo düğmelerine götürürler. Minikler de cankuiağıyla radyonun etrafında halka olurlar... Masal deyip geçmeyin. Masaldır çocuklara iyiliği öğreten, doğruluğu öğreten. Masaldır onların şuuraltında iyi duyguların yerleşmesine yol açan. Bu program 1965 yılından bu yana devam ediyor. Önceleri bu programın sesi, unutulmaz Mukaddes Gözaydın’dı. Sonra Bengi Baytur bu görevi devraldı. 3 yıldan beri de Günseli Sulga «Türkiye Radyoları’nın masalcı teyzesi» kimliği içinde mikrofon başına geçiyor.
Günseli Sulga aslında hukukçu... Denizli’nin, Acıpayam ilçesinde, öğretmen bir ana - babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiş. 3 - 4 yaşındayken ailecek Ankara’ya taşınmışlar. Günseli Sulga burada Ankara Kız Lisesi’ni ve Hukuk Fakültesi ’ni bitirmiş (1955). 3 yıl Etibank' ta çalıştıktan sonra, 1961 yılında açılan spikerlik imtihanını kazanarak radyoya girmiş... 1968 yılında «masal saati» için yeni bir sese ihtiyaç olunca birçok kişi denenmiş ve sonunda Günseli Sulga beğenilip seçilmiş. 0 gün, bugün masal saati programını seslendiren Günseli Sulga, Jeolog Erbil Güleç'le evlidir, lise çağında. Oktay adlı bir çocuğu vardır.
«Masalcı Teyze» ile konuşurken konu ister istemez masal etrafında dönüp dolaşıyor. Konuşmalarından anlayabildiğimiz kadarıyla Günseli Sulga «masal» konusunda etraflı ve derinlemesine tetkikler yapmış. Çocukları çok seviyor:
- «İşim, benim dünyamın en önemli kısmıdır,» diyor, «inanın, radyo mikrofonlarından miniklere sesleneceğim zaman sanki bambaşka bir insan oluyorum. Kendimi biraz sonra uyumaya hazırlanan milyonlarca çocuğun annesi gibi hissediyorum. İçimden. 'Şimdi masalı dinleyecekler, sonra da tıpış tıpış yatklanna girip mışıl mışıl uyuyacaklar,' diye düşünüyor, yorganlarını başlarına çektiklerini hissediyorum. Bunun verdiği hazzı anlatmak mümkün değil.»
Masal programı bir «canlı yayın» değil. Yani program, yayınlandığı sırada yapılmıyor. Önceden banda alınıyor ve «masal saati» nde bu band çalınıyor. Peki masallar nasıl seçiliyor? Günseli Sulga bunu şöyle anlatıyor:
- «Çeşitli kişilerden gelen masallar arasında seçim yapılır. Seçilenler ayrıca bir denetime tabi tutulur. Kabul edilenleri ben banda okurum. Tabii okurken ufak tefek değişiklikler de oluyor.»
Günseli Sulga, eskiden sadece normal spiker maaşı alırmış, masal saati için kendisine ayrıca bir ödeme yapılmazmış. Ama bu, iki ay önce değişmiş, şimdi masallar için bir ek ücret ödeniyormuş. «Masalcı Teyze» ye son olarak masal saatinin gayesinin ne olduğunu soruyoruz:
- «Masal saatinin iki gayesi var,» diye anlatıyor. «Biri, çocuklara belirli bir saatte yatma alışkanlığını vermek. İkincisi ve daha önemlisi ise onlara bir şeyi görmeden, sadece duyarak akılda tutma, hayalde canlandırma yeteneğini kazandırmak. Bu bakımdan daha çok gerçekçi olmayan masalları tercih ediyoruz. Bunlar küçük çocukların hayalini genişletiyor, önlerinde yeni ufuklar açıyor, zihni faaliyetlerini arttırmada yardımcı oluyor.»

«Günseli Sulga öğretmen bir ana - babanın çocuğu» demiştik yukarıda. Yani annesi de, babası da çocuktan eğitmişler yıllar boyu... Kendisi de aynı şeyi bugün bir başka dalda yapıyor. Bir de kardeşi var Günseli Sulga'nın. Adı Güneşi Özden. Mesleği mİ? O da spiker, televizyon spikeri. Televizyon’da, «Çocukların Televizyonu» programında takdimcilik yapıyor...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Emel Sayın Ayrılığa Dayanamıyor

Yüksek bir kuleden çevreyi gözlüyorum. Birden kulenin dibinde Selçuk beliriveriyor. Saçlarım öyle uzun ki, aşağıya kadar uzatabiliyorum... Tıpkı, masallarda olduğu gibi, saçlarıma tutunarak tırmanmaya başlıyor. Sonra boşluktan bir el uzanıyor ve saçlarımı tam ortadan kesiveriyor.. Selçuk düşüyor...» Emel Sayın , sık sık buna benzer düşler görüyor ve çığlıklarla uyanıyor... Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar, öylesine çabuk gelir geçer ki, çoğu kez hızla geçen bu zaman içinde, kimi zaman aynaların, kimi zaman da takvim yapraklarının karşısında şaşırır kalırız. Ne var ki, zaman, herkes için çabuk geçmez. Hele hele yolları gözlenen bir sevgilinin dönüşü beklenirken, hiç geçmez... İşte, Emel Sayın için de zaman bir türlü geçmiyor. Ünlü sanatçı, zaman içinde zaman yaşıyor. Kimbilir, vatani görevini Konya’da yapmakta olan Selçuk Aslan için de durum aynıdır. Belki de «İbibikler öter ötmez ordayım, vatan borcu biter bitmez ordayım» türküsü dilinde, talim alanlarında koşarken, hep...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....