Ana içeriğe atla

Nana İtalya'da Film Çeviriyor

NANA, 1950 yıllarında sayısı yarım düzüneyi geçmeyen «oryantal» dansözlerin arasına. Ermeni Yetimhanesi'nden çıkıp karışmış yeni bir isimdi. O zamanlar henüz 15-16 yaşlarındaydı. Uzun siyah saçları omuzlarından bellerine dökülür, dans ederken saçlarını elleriyle dağıtır, daha olmazsa başını bir öne bir arkaya sallayıp siyah saçlarını kamçı gibi sallardı. 16-17 yıl önce omuz titretmek, göbek atmak, kalça çalkalamak bugünkünden daha fazla tutulduğu için ünlü sinema oyuncuları yerine, alaturkacılarla birlikte, dansözlerle bol bol röportajlar yapılırdı. Onlardan biri de Nana'ydı. O, fotoğraflarını çekmek istediğimiz zaman bizi hayrette bırakan çok cüretkar pozlar verir ve:
- «Türkiye'de çırılçıplak dans etmeme izin vermiyorlar. Yakında Avrupa'ya gidip orada çalışacağım. Ancak o zaman istediğim gibi serbest dans edebileceğim» derdi.
On yıl önce son filmi «Edi ile Büdü» yü Vasfi Rıza Zobu ve Münir Özkul'la birlikte çevirip ortalıktan kayboldu. Birkaç ay sonra Italyan gazeteleri adının başına «Ayşe» ismini ekleyen Nana'nın İtalya'da «tatlı hayat» âlemlerinde yakalandığını yazdı. Aralarında İsveçli Anita Ekberg'in de bulunduğu bir çıplaklı ve havuzlu partide polis baskın yapmış ve çırılçıplak dans ettiği için Nana'yı da tevkif etmişti. Kefaletle serbest bırakılan Ayşe Nana'nın adı sonraları duyulmaz oldu. «Tatlı hayat» partileri de unutulmuştu, Nana da...
Bugünlerde Roma'ya gidenler Nana'yı uslanmış, akıllanmış, olgun bir kadın ve Italyan gazetecisi Sergio Pastore'nin nikahlı eşi olarak görüyorlar. Nana, bir süre müzikli lokallerde, kabarelerde çalıştıktan sonra artık filim oyunculuğuna başlamış. Zira İtalya'da filimlerde rol bulanlar, yılda yüz binlerce lira kazanır. Nana, son aylarda ünlü sinema oyuncusu Allan Steel ile «A Come Asassino», Jayne Mansfieid'in kocası Mickey Hargitay ile «Le Sheriffo Non Spara», George Martin ile «Thompson 1880» ve gene Hargitay ile «Wan Ten Ringo» adlı filimler! çevirmiş...
- «Yılda 10 milyon liret kadar kazanıyorum. Bir villam, otomobilim, bankada param ve mutlu bir yuvam var... On yıldan fazla Türkiye'den uzaktayım. Kocamın İtalyan oluşu, Türkiye'ye devamlı olarak dönmeme imkan vermiyor. Ama gezmek için gelecek yaz İstanbul'a gelmek isteriz. Çocuğum yok... Zira çalışan bir kadın için hele bizim meslekteki kadınlar için imkansız...»
Nana durdu, bir an içini çekti:
- «Doğduğum yerleri arada bir hatırlıyorum. Bazen, yokluk içinde geçen çocukluk günlerimi bile arıyorum. Beyoğlu caddelerini, Kınalıada'yı, şişkebabını, rakıyı ve Boğaziçi'ni... Bunlar hasretini çektiğim şeyler... Ama, İtalya da güzel... Güneşli, neşeli, aydınlık yüzlü bir memleket...»
Nana, kendisini tanıyan okurlarımıza selam ve sevgilerini iletmemizi sözlerine ekledi ve:

- «İnşallah yakında İstanbul'da görüşürüz» dedi...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...