Ana içeriğe atla

Salih Güney Boşanıyor mu?

Geçen haftalarda sinema ve tiyatro muhitlerinde oldukça yankı uyandıran iki haber peşpeşe patlamıştı: «Esen Püsküllü-Yücel Uçaroğlu çiftiyle, Zeynep Tedü -Salih Güney çifti ayrılıyorlardı.»
Hani «maksut bir amma rivayet muhtelif» derler ya. bu söylentiler de o cinstendi işte. Esen'le Yücel'ln ayrılacaklarını söyleyenler şu gerekçeyi ileri sürüyorlardı. Esen, Yücel’in çapkınlıklarından bıkmış, usanmıştı. Yücel'se eşinin eviyle gereğince ilgilenmediğinden yakınıyordu. iki tarafın da «boşanma» talebiyle mahkemeye müracaat etmesi gün meselesiydi. Ama bütün bu söylentiler, «Berduş» plağı için Erol Büyükburç’a «Altın Plak» verilen kokteylde yalanlandı. Esen Püsküllü ile eşi Yücel Uçanoğlu kokteyle birlikte gelmişlerdi. Üstelik hallerinde, tavırlarında hiç de ayrılacak bir çift hali yoktu. Zaten kokteylin devamı olan yemekte Esen de, Yücel de söylentileri yalanlıyorlar ve «Mutluyuz» diyorlardı.
SALİH GÜNEY EVİNE DÖNDÜ
Diğer çifte ait söylentiler Esen-Yücel çiftindeki gibi havada kalan şeyler değildi. Ortada bir «evi terk» olayı vardı ve terkeden Salih Güney’di. Eh, ortada bir «terk» olayı olduktan sonra piyasada Güney-Tedü çifti için «ayrılacaklar» söylentisinin çıkışını da garipsememek lazımdı. Esen-Yücel çiftini saran perde açıldıktan sonra gözler ve dikkatler bu «olay» üzerine çevrildi ve sonunda ortaya şu gerçek çıktı: Herhangi bir olayı en iyi ve en kesin şekilde o olayı yaratanlardan öğrenmek kabildi. Öyle ya, aslında «terk» olmayan bir olay «terk» şekline bürünmüş, iki tarafın düşünmek için birbirlerine verdikleri mühlet bazı çevrelerce «boşanma» şeklinde yanlış isimlendirilmişti. Bu konuda Salih Güney bakın nasıl konuşuyordu:
    - «Sanatçı devamlı bunalımlar içinde olan adamdır. Son günlerde ben sinemada çıkışımı hazırlayacak projeler peşindeyim. Zeynep de çok iyi durumda. Bir taraftan tiyatroda oynuyor, bir taraftan peşpeşe filimler çeviriyor. Bu yüzden ikimizin de siniri hayli bozuktu. Aylar sonra ilk münakaşamızı yapınca bir karar verdik. İki medeni insan gibi bir süre tanıyalım birbirimize dedik. Ben evden ayrıldım, bir otele gittim. Orada Zeynep'siz günler başladı. Böylece bir hafta kendi kendimi dinledim ve sonunda evime döndüm. Kapıda beni Zeynep karşıladı. Meğer ö da benim müşterek yuvamıza dönüşümü dört gözle, sabırsızlıkla bekliyormuş.»
Zeynep Tedü de bu konuda eşinin sözlerini doğruluyor, «1 hafta ayrı kalıp kendimizi ve müşterek hayatımızı düşününce çocukluk ettiğimizi anladık, şimdi eskisinden de mutluyuz» diyor ve ekliyordu:
    - «Hem arada kızımız Ebru vardı. Hangi anne bir hiç yüzünden çocuğunun babasız büyümesini ister.»

Evet böylece sinema ve tiyatro piyasasını günlerce meşgul eden iki olay da kapanmış oldu. Ama bu olayların kapanmış olması ne yazıktır ki, dedikoducuların ağzını kapamaya kafi gelmeyecek ve önümüzdeki haftalarda mutlaka başka kimseler hakkında yeni dedikodular piyasaya sürülecektir. Bu, kesin bir «Yeşilçam kuralıdır»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Emel Sayın Ayrılığa Dayanamıyor

Yüksek bir kuleden çevreyi gözlüyorum. Birden kulenin dibinde Selçuk beliriveriyor. Saçlarım öyle uzun ki, aşağıya kadar uzatabiliyorum... Tıpkı, masallarda olduğu gibi, saçlarıma tutunarak tırmanmaya başlıyor. Sonra boşluktan bir el uzanıyor ve saçlarımı tam ortadan kesiveriyor.. Selçuk düşüyor...» Emel Sayın , sık sık buna benzer düşler görüyor ve çığlıklarla uyanıyor... Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar, öylesine çabuk gelir geçer ki, çoğu kez hızla geçen bu zaman içinde, kimi zaman aynaların, kimi zaman da takvim yapraklarının karşısında şaşırır kalırız. Ne var ki, zaman, herkes için çabuk geçmez. Hele hele yolları gözlenen bir sevgilinin dönüşü beklenirken, hiç geçmez... İşte, Emel Sayın için de zaman bir türlü geçmiyor. Ünlü sanatçı, zaman içinde zaman yaşıyor. Kimbilir, vatani görevini Konya’da yapmakta olan Selçuk Aslan için de durum aynıdır. Belki de «İbibikler öter ötmez ordayım, vatan borcu biter bitmez ordayım» türküsü dilinde, talim alanlarında koşarken, hep...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...