Ana içeriğe atla

Yılmaz Köksal'ın Hikayesi

Dormen Tiyatrosu'nun bir özelliği vardır. Yeşilçam’n belli başlı oyuncu kaynaklarından birini bu tiyatro teşkil eder, 2-3 yılda bir bu tiyatronun kadrosundan bir kişi eksilir ve kısa bir süre sonra bu «eksilen kişiyi» sinemanın şöhretleri arasında görürüz. Örnek mi istiyorsunuz? Çoook... Sinemaya 1951 yılında Metin Erksan'ın çevirdiği «Karacaoğlanın Kara Sevdası» adlı filmin başrolünde oynayarak giren Ayfer Feray bu tiyatronun kadrosundayken bir «sinema şöhreti» olmuştur. İzzet Günay Dormen Tiyatrosu'nda yıllarca çalıştıktan sonra Yeşilçam'a geçmiştir. Kısacık bir süre içinde iki filmin başrolünde, üç filmin karakter rolünde oynayan Metin Serezli de bu tiyatrodandır. Sinemada «Çitlenbik» tipini yaratan Aitan Erbulak da BabIali'den Yeşilçam'a uzanan yolu «Dormen Tiyatrosu»nun köprüsü üzerinden geçmiştir. Ve işte size bir şöhretli isim daha.. 1970 Yeşilçam’ının aranan karakter oyuncusu Yılmaz Köksal da sinemaya Dormen Tiyatrosu’ndan geçmiştir..
GEMİ KAMAROTLUĞUNDAN TİYATRO OYUNCULUĞUNA
Yılmaz Köksal 15 temmuz 1939'da Kırşehir'de doğmuş. Babası polis olduğu için Anadolu'nun bir çok ilini gezmişler, bu yüzden Yılmaz hemen hemen her sınıfı başka bir şehirde okumuş. Sonunda ya okumaktan, ya da devamlı yer değiştirmekten bıktığı için lise son sınıftan ayrılıp hayata atılmış. Ama insanın nasibi nereden açılmışsa ekmeğini oradan yiyor. Yılmaz'ın nasibi gezmekten yana açık mı açık!. Bu yüzden meslek olarak tutmuş, gemi kamarotluğunu seçmiş. Okumak İçin dolaşan Yılmaz Köksal bu defa da tutup «iş dolayısıyla» dolaşmaya başlamış, bir çok Avrupa ülkesini görmüş. Bu arada tiyatro virüsü kanına girmiş, Yılmaz'ın.. Tiyatroya önden girecek olsanız mesele yok, bir bilet alır girersiniz! Ama Yılmaz kulisten girmeye kararlı.. Bu yüzden bir süre direnmiş, mücadele etmiş, nihayet 1956 yılında Dormen'lerin kulis kapısını aralamanın yolunu bulmuş. Dormen'lerin 1956-66 yıllarında oynadığı hemen bütün oyunlarda rol almış, bu arada tiyatroya piyes seyretmeye gelen Özden hanımla birbirlerini görmüşler. Matinede Özden piyes seyretmeyi, Yılmaz oyun oynamayı unutmuş ve bu «unutkanlık» uzun sürünce de bu işten anlayanlar Yılmaz’daki hastalığın teşhisini koymuşlar: «Sen aşıksın, oğlum evlen!» demişler. 10 kasım 1962’de evlenmişler, Banu adlı kızları 1964 yılında aileyi «üçiemiş.»
YILMAZ KÖKSAL BEYAZPERDEDE
Sonra Yılmaz Koksal sinemaya geçmiş. 1966 yılı şubatında «Murtaza» filmini çevirirken eşi dostu da etrafını çevirmişler Yılmaz'ın:
- «Yapma, etme,» demişler. «Sinema maceradır. 10 kişi girer, biri olur, dokuzu ölür. Evin barkın var, çocuğun var, gül gibi mesleğin var, gel vazgeç bu sevdadan.»

Yılmaz Köksal vazgeçmemiş sevdasından.. Vazgeçmemekle de yi etmiş. Sıkıntı dolu aylar geride kalınca, Yeşilçam bütün yollarını ona olanca genişliği ile açınca tiyatronun iyi oyuncusu, yüzbinlerce hayranı olan bir sinema yıldızı oluvermiş.. Bilhassa karekter rollerinde çok tutulan bir sinema yıldızı...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...