Ana içeriğe atla

Fatma Girik 9 yıldır Mutluluğu Arıyor

Gene Kuruçeşme'de Osmanlı sultanlarından kalma Suat Sadıkoğlu yalısındayız. «Canım Annem» isimli filim çevriliyor. Başrolünde Fatma Girik var.
«Fato» yine her zaman olduğu çibi şen, şakrak, delişmen... Ama onun bu deli dolu neşesinde bir hüzün seziliyor... Derdi ne olaki?...
Ancak Fatma, herhangi bir konuda «sözü olmayan» kadındır. Ne sorsanız, tam bir cevap alamazsınız. Onun için Fatma'ya soru sorulmaz. Sadece anlattıklarının arasına ufak sorular sokuşturulur, o kadar... Fatma hemen lafı değiştirip:
- «Sıkma tatlı canını! Bu sıcakta ciddi şeyler konuşulur mu?» der. Hava soğuk olsa, kar yağsa:
- «Bu soğuk havada başka şeyler konuşalım!» der.
Hasılı kelam, Fatma Girik bir ev kedisi gibi sokulgan, kırk yıllık dost gibi samimi, herkesle içli dışlıdır; ama bir bakıma yerli sinemanın en ağzı sıkı kadınıdır. Sinema yazarları Fatma Girik hakkında yazacak şey bulamazlar.
- «Fatma Girik en fazla soyunan, en cesur yıldız» derler. Sonra:
- «Fatma Girik, hala bekar» derler; nihayet:
- «Fatma Girik çok filim çeviriyor» derler.
Fatma Girik ile yapılan röportajlar da aslında hep birbirine benzer: Kopuk kopuk cümleler, yarıda kalmış laflar ve cevabı alınmamış sorular...
Aslında «Fato», hiç bir özelliği bulunmayan, sudan laflarla tarif edilebilecek bir kadın değildir. 1958'den beri yerli sinemada çalıştığına göre dokuzuncu yılını doldurmuştur. Yaşı epeyce ilerlediği halde evlenememiştir. Belgin, Filiz, Selma evlenir; Türkan'ın adı daima Rüçhan'la anılır. Fakat Fatma'nın «resmi bir flörtü», bir sevgilisi yoktur. Niçin yoktur? Çünkü Fatma'yı Fatma yapan prodüktör - rejisör Memduh Un, Fatma'nın her şeyiyle ilgilenir: Çalışma tarihleri, fiyatları, seçeceği firmalar, oyuncular, rejisörlere varıncaya kadar... Fatma'nın ipleri Memduh'un elinde sayılır. Ama, bunlar biraz daha derinliğine yazılırsa Memduh kızar. Yerli sinemada da kimse Memduh'u kızdırmak istemez. Efgan Efekan ile Muhterem Nur'un hali pür melali ortada iyi bir örnektir. Fakat, Memduh Ün, Rüçhan Adlı gibi evini, eşini bırakıp Türkan'la bir evde yaşamak gibi çok «ileri» hareketlere girmez. Fatma, resmi davetlere «tek başına» gitmeye mecbur, bedbaht bir kadındır.
Bütün bedbahtlığına rağmen çocuklar gibi şen şakraktır. Bir sette Fatma kadar kahkaha atan bir başka sinema artisti yoktur. Ama bu kahkahalar, sıkıntılı, yeknesak hayatının mutsuzluğunu örtmek içindir.
Fatma Girik, denizden çıkmış balık gibidir. Yalınayak koştuğu Kocamustafapaşa sokaklarını, Kadırga'yı, Cankurtaran Meydanı'nı bir türlü unutamamıştır. Tıpkı çocukluk günlerinde olduğu gibi şakalar, espriler yapar. Durup dururken omzunuza bir yumruk atar, külhanbeyi ağzı ile konuşur.
Sigara, kahve, çay içmez. Otomobil almış, fakat kullanamadığı için satmıştır. Apartman almış, fakat orada yaşamanın tadını çıkaramamıştır. Üzüntüsünden, bedbahtlığından kendini yemek yemeye vermiştir. Fakat, hemen şişmanladığı için Memduh Ün ona fazla yemeyi yasaklamıştır. Bir aralık adı Ediz Hun, İzzet Günay'a karışmıştır. Ama, bu dedikoduların hakikat olma derecesi asla anlaşılamamıştır.
O gün de Fatma ile filim setinde sabahtan akşama kadar oturduk. Fatma'nın yaptıklarından not etmeye değer bulduklarımız şunlar oldu:
Yemek saati olmadığı halde, yandaki Batanay Restoran'a girdi. Karışık ızgara et ısmarladı. Filim setinden çağırdılar:
- «Şimdi yemek yiyorum, gelemem!» diye «kapris» yaptı.
Yanına Ekrem Bora gelince ona biraz açık esprili fıkralar anlattı. Ekrem'den fazla kendisi güldü. Biraz sonra canı sıkıldı. Sadıkoğlu yalısının üst katında kendine ayrılan odaya çıktı. Rıhtıma indiği zaman üzerinde siyah renkli bir balerin mayosu vardı:
- «Sütyenimi çıkaramadım. Çünkü bu mayonun göğsü çok açık... Ah bunların büyüklüğü...» diye eliyle göğsüne vurdu. Tahta iskelenin üzerine koşa koşa geldi. İskelede oturan mayolu çocuklara seslendi:
- «Asuman, Kamil! Hadi el ele tutuşup hep birden denize çivileme dalalım!» Üçü el ele tutuştu; Fatma:
- «Birr, ikiiii, üç!» diye bağırdı ve suya ayaklarıyle daldı. Denizden beyaz köpükler yükseldi. Ama Fatma suyun üstüne çıkar çıkmaz feryada başladı:
- «Ay boğuluyorum! Akıntı var! Yüzemiyorum, kurtarın!»
Rıhtımda oturan mayolu set işçileri balıklama dalıp Fatma'yı çıkardılar. «Ah, of» sesleri arasında, üzerinden sular akarak bir iskemleye oturdu:
- «Bende akıl var mı yani? Yüzmeyi bilmem, Boğaziçi'nde bu akıntılı yerde denize girerim. Sonra efendim akıl olsa ne olacak? Atom bilgini mi olacağım. Ehliyet almak için otomobil kitabını bile okuyamadım da imtihana giremedim. Bazıları gelip ukalalık ediyor. Beni bilgi imtihanına sokuyor. Ayol ben memleket mi idare edeceğim? En çok bilgiç karılara, pardon kadınlara kızıyorum. Sakın karı dediğimi yazmayın ha! Valla darılırım!...»
- «Yahu az kaldı boğuluyordum değil mi? (Dirseği ile beni dürttü) Filim yarıda kalacaktı. Siz de mecmuanızda 'Fatma Girik mort oldu' diye yazacaktınız» dedi ve bir kahkaha daha kopardı.
Derken bir ara yerinden kalkıp figüranların arasına girdi ve onlarla senli - benli konuşmaya başladı. Böylece «halk kızı» olmanın gereklerini yerine getirmiş sayıyordu. Derken bir ara yine yanımıza geldi:
- «Ayol benimle röportaj yapılır mı hiç? Al eline kalemi, yaz aklına geleni!» diye kısık sesiyle söylendi ve burnumuzu mengene gibi parmakları arasında sıkıp kahkahalar atmaya başladı.

İşte Fatma Girik —günün birkaç saatinde— buydu...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Emel Sayın Ayrılığa Dayanamıyor

Yüksek bir kuleden çevreyi gözlüyorum. Birden kulenin dibinde Selçuk beliriveriyor. Saçlarım öyle uzun ki, aşağıya kadar uzatabiliyorum... Tıpkı, masallarda olduğu gibi, saçlarıma tutunarak tırmanmaya başlıyor. Sonra boşluktan bir el uzanıyor ve saçlarımı tam ortadan kesiveriyor.. Selçuk düşüyor...» Emel Sayın , sık sık buna benzer düşler görüyor ve çığlıklarla uyanıyor... Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar, öylesine çabuk gelir geçer ki, çoğu kez hızla geçen bu zaman içinde, kimi zaman aynaların, kimi zaman da takvim yapraklarının karşısında şaşırır kalırız. Ne var ki, zaman, herkes için çabuk geçmez. Hele hele yolları gözlenen bir sevgilinin dönüşü beklenirken, hiç geçmez... İşte, Emel Sayın için de zaman bir türlü geçmiyor. Ünlü sanatçı, zaman içinde zaman yaşıyor. Kimbilir, vatani görevini Konya’da yapmakta olan Selçuk Aslan için de durum aynıdır. Belki de «İbibikler öter ötmez ordayım, vatan borcu biter bitmez ordayım» türküsü dilinde, talim alanlarında koşarken, hep...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....