Ana içeriğe atla

Jeanne Moreau ile Röportaj

Bütün dünya milletlerine bir kulp bulup takmaya çok meraklı bir Fransız dostumla konuşuyorduk. Bu konuda çok enteresan fikirleri vardı: Mesela ona göre İngilizler çok soğuk bir milletti! İskandinav ülkeleri, İngiliz soğukluğunun buza dönmüş şekliydi! Almanlardan bir «makina» diye söz ediyor. Amerikalıları televizyon seyretmeye meraklı bir makine olarak görüyordu. İspanyollar ateşlilik mazeretine bürünmüş aksi, lanet insanlar, İtalyanlar ise sadece kadınlara «Amore!.. Ah, amore!» diyen, mehtapta gitar çalan, ağzı kalabalık, ama diğer azalan tembellikten felç tehlikeleri geçiren bir milletti. Bu arada, «Ya Fransızlar..?» diye bir soru sormaya kalkmayın. İşte o zaman ağzı kulaklarına varırcasına tebessüm eder ve hemen Fransız tarihinden girip, Fransız sanatından çıkar, Picasso’dan söz eder ve saatlerce süren konuşmasının sonunda gözlerini süze süze, «Hele bizim bir Bardot'umuz bir Jeanne Moreau’muz var ki, sormayın gitsin,» diye sözlerini bağlardı..
İşte Fransız dostumun öve öve göklere çıkarttığı Jeanne Moreau’nun, nadiren yaptığı Amerika seyahatlerinden birinde kaldığı lüks Beverly Wüshire otelinin asansöründe, asansörcü çocuk 18. katın düğmesine basarken itiraf edeyim ki, kulağımda genç Fransız’ın söyledikleri çınlıyordu. Ve ben bu arada kendime moral vermek istercesine, «Jeanne Moreau’dan kim korkar!» diye söylenip duruyordum..
Kapıyı bizzat Jeanne Moreau açtı. Resimlerde göründüğünden çok daha genç, çok daha güzeldi. Üzerinde son derece sade bir bluz ve etek vardı. Kıyafetine bakacak olursanız evindeki Moreau ünü dünyayı tutmuş bir yıldızdan ziyade biraz sonra eline filesini alıp sokağa çıkacak bir ev kadınına benziyordu.
Kendisi için «Dünyanın en ateşli, fakat en esrarengiz kadını» diye manşet atan Fransız gazetesini yalanlarcasına özel hayatında, geçmişten gelecekten bahsediyor, İtalyanların «spagettisine varıncaya kadar fikir yürütüyordu. Bu arada ben de ne zamandır dudaklarımın ucundaki soruyu korka korka soruyordum:
- «Mrs Moreau.. Fransa’nın milli annesi olarak adlandırılan Brigitte Bardot'dan sonra ikinci kadın olmanız içinizde bir tepki yaratıyor mu? Daha doğrusu bunu nasıl karşılıyorsunuz?»
- «Bakın,» diye cevap vermişti. «Bu güne kadar başta Antonioni olmak üzere Welles, Truffaut, Bunuel, Melle gibi dünyanın en ünlü rejisörleri ile çalıştım. Onlardan öğrendiğim en büyük ders şu oldu: Ben, çok büyük, sayısız kolları olan bir çarkın ufak bir dişlisiyim, o kadar. Ne beni, ne başkasını gözünüzde bu kadar büyütmeyin. Siz de bütün gazeteciler gibi şimdi Kinsey raporu (Amerika'da seks üzerine yapılan meşhur bir anket) hakkındaki düşüncelerimi, aşkı tarif etmemi, evlenip evlenmiyeceğimi ve daha bir sürü ıvır zıvır şeyler soracaksınız. Kinsey raporunu okudum ve beğendim. Aşk deseniz insandan insana değişir. Yatak odalarımın kapıları ise şimdilik bütün gazetecilere kapalıdır. Çünkü ona büyük saygım vardır. Şimdi sorarım size; her önünüze çıkanın bir takım ailevi meseleleri size sorusunu sormakla kalmayıp cevabınızı yayınlayıp tanımadığınız yüzbinlerce insanı sırlarınıza ortak etmesini hoş karşılar mısınız? Neden bir filim eleştirisi hakkında konuşmuyoruz da, ille yatak odası edebiyatı yapmak istiyoruz? Neden bir kitap hakkında değil de, ne bileyim, mesela benim gönül verdiğim erkeklerden konuşuyoruz?»
Cevap vermeme fırsat bırakmadan şöyle devam etti sözlerine:
- «Bu dünyada bahsedilecek nice konular var. Çiçekler var, dağlar var, birbirini vahşice öldüren, katleden insanlar var, açlıktan ölen, avuç içi kadar çocuklar var, inandığı davalar için ölüme gidenler var. sanat var... Onlardan konuşalım. Anlatabiliyor muyum acaba?»

Oteli terk ederken dayak yemiş gibiydim. Kendi kendime mırıldandım. «Jeanne Moreau'dan kim korkar.» Sonra ilave ettim. «Ben»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Emel Sayın Ayrılığa Dayanamıyor

Yüksek bir kuleden çevreyi gözlüyorum. Birden kulenin dibinde Selçuk beliriveriyor. Saçlarım öyle uzun ki, aşağıya kadar uzatabiliyorum... Tıpkı, masallarda olduğu gibi, saçlarıma tutunarak tırmanmaya başlıyor. Sonra boşluktan bir el uzanıyor ve saçlarımı tam ortadan kesiveriyor.. Selçuk düşüyor...» Emel Sayın , sık sık buna benzer düşler görüyor ve çığlıklarla uyanıyor... Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar, öylesine çabuk gelir geçer ki, çoğu kez hızla geçen bu zaman içinde, kimi zaman aynaların, kimi zaman da takvim yapraklarının karşısında şaşırır kalırız. Ne var ki, zaman, herkes için çabuk geçmez. Hele hele yolları gözlenen bir sevgilinin dönüşü beklenirken, hiç geçmez... İşte, Emel Sayın için de zaman bir türlü geçmiyor. Ünlü sanatçı, zaman içinde zaman yaşıyor. Kimbilir, vatani görevini Konya’da yapmakta olan Selçuk Aslan için de durum aynıdır. Belki de «İbibikler öter ötmez ordayım, vatan borcu biter bitmez ordayım» türküsü dilinde, talim alanlarında koşarken, hep...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...