Ana içeriğe atla

Susan Denberg'in Çıplak Fotoğrafla Gelen Şöhreti

Seks bombası Jayne Mansfield'in vakitsiz ölümü Hollywood filimcilerini en kısa zamanda yeni bir seks bombası arayıp bulmak mecburiyetinde bıraktı. Başta reklamcılar ve prodüktörler olmak üzere pek çoğunun bakışları Slav asıllı 21 yaşındaki bir güzelin, Susan Denberg'in üzerinde toplandı.
Susan Denberg, filim dünyası içinde yeni bir isim sayılmaz ama şimdi birçokları Susan Denberg'in kısa bir zamanda Jayne Mansfield'den daha meşhur olacağı kanaatindeler.
Susan Denberg geçen yıl İngiltere'deyken «Frankeştayn Bir Kadın Yarattı» adlı bir filim çevirmiş ve bu filmiyle kendisini sinema dünyasına tanıtmaya muvaffak olmuştu. Hemen hemen her macerasında olduğu gibi bu filminde de Frankeştayn bir ceset alıyor ve günlerce laboratuvarına kapandıktan sonra ona can vermeye muvaffak oluyordu. Konu ne kadar tüyler ürperticiyse, aksine filmin başından sonuna kadar hep bikiniyle görünen Susan Denberg de o kadar cana yakın ve tatlıydı.
Böylece beyazperdeye ilk adımını atmış olan Susan Denberg, meslek hayatının en zor meselesini halletmiş oluyordu. Bu ilk filminden eline geçen para pek fazla değildi, ama Susan bundan hiç şikayetçi olmadı. Onun için asıl önemlisi bir kere kamera karşısına geçmek ve beyazperdede görünmekti. Bunu, diğer filimlerin takip edeceğini biliyordu.
Genç yıldız başarıya ulaşmak için en emin yol olarak, kendinden daha öncekilerin yaptıklarını tekrar etmeye kesin olarak karar verdi: Her fırsatta kendinden bahsettirmek!
Susan Denberg bu kadarla yetinmedi, İngiltere'den Hollywood'a uçarak kendini Hollywood filimcilerine kabul ettirdi. Önce bir mecmua için çırılçıplak pozlar verdi. Sonra da sık sık adının geçmesini sağlayacak irili ufaklı hadiselerin kahramanı olarak gaztelere geçti. Tıpkı bundan on beş yıl kadar önce Marilyn Monroe'nun yaptığı gibi... Pek çoklan bu hareketinin meslek hayatının mahvına sebep olacağını ileri sürerken, o reklamdan geri kalmıyor, bir rol koparmak için her çareye baş vuruyordu.
Nihayet «Bir Amerikan Rüyası» adlı filimde istediğini elde etmesi Susan Denberg'in adının bütün dünyaya yayılmasını sağladı. Genç yıldız bu filminde Stuart Whitman, Jane Laigh ve Eleanor Parker'le birlikte oynuyordu. Beyazperdenin bu üç asının sanat kabiliyetleriyle Susan'ı ezecekleri sanılıyordu, fakat sonuç hiç de öyle olmadı. Hele Susan'ın yarı çıplak bir halde yatağın kenarına oturarak yavaş yavaş soyunduğu bir sahne vardı ki, filmin en beğenilen bölümü oldu.

Şimdi Hollywood'da herkes Susan Denberg için «Yırtıcı Slav Kedisi» diyor. Baba tarafından Polonyalı olup hayatının büyük bir kısmını Viyana'da geçirmiş olan genç yıldız Marilyn'i kendine örnek seçtiğini söylemektedir. Gerçekten de onun geçtiği yolları o da aynı izleri takip ederek aştığına bakılırsa, yakın bir gelecekte Mansfîeld'den boşalan tahta oturduğunu görmek pek zor olmayacak...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...