Ana içeriğe atla

Çocuk Yıldızlar Gazeteci Oldu

Her 23 Nisan’da tekrarlana tekrarlana artık «gelerek» haline gelen bir adet vardır. Ankara»da Türkiye Büyük Millet Meclisi»nin açılış günü olan ve Atatürk tarafından çocuk bayramı olarak nitelendirilen 23 Nisan»larda, «Ulusal Egemenlik Bayramları»nda çocuklardan bazılarının valinin, belediye başkanının ve devlet büyüklerinin masalarına kurularmış bir günlük idare adamları görürsünüz. Bu gelenek küçüklere sorumluk duyğusu aşılamak, kendilerine olan güvenlerini artırmak ve gelecek için bazı ipuçları vermek bakımından çok yararlı bir davranıştır.
Bu «23 Nisan»da da biz aynı şekilde tareket ettik. Sahamıza giren konulardan sinema dalında adı bilinen bütün çocuk yıldızları idarehanemize davet ettik. Bu «küçük yıldızlar» da çoğu zaman büyüklerde bile rastlamadığımız bir ciddiyet içinde tam saatinde matbaamıza geldiler. Çocuk yıldızların yaşça en büyüğü ve en kıdemlisi olan Ömercik başkandı. Türk sinemasının —cüsse bakımından— «en büyüğü» olan Necdet Tosun da -fahri başkan- olarak heyete «nezaret» ediyordu.
Sonra idarehanede bir curcuna başladı ki sormayın... Biz aslında yerli sinemanın çocuk yıldızlarına SES’in nasıl hazırlandığı hakkında bilgi vermek, onlarla konuşmak için setlere giden «gazeteci ağabeylerin» yazdıkları yazıların, çektikleri fotoğrafların mecmuaya nasıl intikal ettirildiğini görüp öğrenmelerini sağlamak için idarehanemize çağırmıştık. Oysa durum bizim düşündüğümüzden farklı çıktı. Çocuklar birkaç saatliğine idarehaneyi, bizden devralıp «gazetecilik» oynadılar. «Başkan» olan Ömercik yazı işleri müdürü koltuğuna oturdu. İlker İnanoğlu (Yumurcak) önce foto muhabirliğini denedi ama flaş ağır gelmiş olmalı ki, bu işi Menderes Utku’ya devredip muavin olarak Ömercik’in yanında yer aldı. Son moda maksi eteği ile SES’e gelen Nilgün Utku hemen daktilo başına oturup yazmaya başladı. Gazeteci Nejat Gürçen’in kızı olan Funda Gürgen ise, «Ne de olsa baba mesleği» deyip planjın başına oturdu, sayfa çizmeye başladı. Sedef Ecer, Yeşim Okçugil ve N. Tosun’un oğlu Hasan’da kendileri için görev seçip işe koyulmuşlardı. Ressam mı dediniz?... Bu görevi de hepsi üzerine almıştı...
Efendim, bir defa o gün SES idarehanesi idarehane olmaktan çıkmış, çocuk bahçesine dönmüştü. Çocuklar önce pür ciddiyet işe koyulmuşlardı. Ama ah o Sedef’in yürüyen ve konuşan bebeği yok mu? Biraz sonra bir bakıyorduk ki kızlar bebeğin başında toplanmışlar. Onlar oynar da «erkekler» durur mu hiç? Onlar «Serde erkeklik var» deyip cazip bebeğin yanına gitmiyorlardı ama, kendi aralarında bol bol koşmaca - kovalamaca oynuyorlardı. Bu «haremlik - selamlık» oyunlardan sonra sıra daha «demokratik» oyunlara geldi. Çocuk yıldızlar bir araya gelip «Yağ satarım, bal satarım» oynadılar, körebe oynadılar, köşe kapmaca oynadılar.
Bir ara yine kendiliklerinden oyuna «paydos» deyip işbaşı yaptılar! Sonra hep birlikte mecmuanın teknik servislerini dolaşmaya başladık.
Ve akşam oldu. Hepsi kapıda SES yazı ailesine veda edip gittiler. «Peki sonra,» diyeceksiniz. Sonra biz de çıkıp gittik. Yukarıda toparlanıp temizlenmesi en azından 1 hafta sürecek bir büro bırakarak...
RESSAM ÖMERCİK — Çocuk yıldızların SES idarehanesinde ilk iltifat ettikleri masa, ressam arkadaşımız Şemsi Güner’in boyalar, fırçalar ve kâğıtlarla dopdolu masası oldu. Ömercik hemen masa başına oturup başlık yapmaya, resim çizmeye başladı. Tabii bu sırada «tayfası» da «Başkan» ın yanındaydı. Bir süre ciddi ciddi çalışan Türk sinemasının çocuk yıldızları sonra işi oyuna, şamataya, şakaya, eğlenceye vurdular...
MÜRETTİPHANE — Çocuk yıldızlar önce mürettiphaneye indiler ve dizilen yazıların sayfa haline nasıl getirildiğini gördüler. Sonra bu sayfaların nasıl selefona alındığını da öğrendiler... «Yumurcak» bu gezintiden hiç hoşlanmamış olacak ki ağlamaya başladı, kendini «tombul amcası» Necdet Tosun’un kucağına dar attı...
TEKNİK FOTOĞRAFHANEDE — Çocuk yıldızlar resimleri «filim» üzerine alan fotoğrafhanede makinenin kızağı üstüne çıkıp oyunlar oynadılar, gülüp eğlendiler ama biraz sonra hepsi o gün ilk defa olarak ciddileşiverdiler. Nasıl ciddileşmesinler? Karşılarında, buzlu camın üstünde, kendilerine gülümseyen Ulu Önder’in, büyük Atatürk’ün büyük boy bir resmi vardı...
RENK AYIRMA — Renkleri otomatik olarak ayıran, Türkiye’de bir eşi olmayan bu makine, çocuk yıldızların büyük ilgisini topladı. Biraz sonra retuş servisinde Resimli Roman’ın kapağını retuş etmeye kalktılar. Ve tabii Resimli Roman mecmuası onların yüzünden o hafta çıkmama tehlikesi atlattı!...
MONTAJ + BASKI — Çeşitli servislerden gelen materyal, montaj dairesinde plana göre tatbik ediliyordu. Buradaki kesip biçme ameliyesi çocuk yıldızların çok hoşuna gitti. Sonra makine dairesine indiler... Ve makine dairesinden yüzleri gözleri boya içinde çıktılar... Yağlarla, boyalarla birbirlerine «masum şakalar» yapmışlardı
«NE YAPACAKSINIZ ONUN ADRESİNİ?»
«SES mecmuasına her gün okuyucular telefon edip adres isterlermiş. SES’e gittiğimiz gün ben Erman Şener ağabeyden erken davranıp telefon başına geçtim ve telefon edenleri bir güzel haşladım. Her telefona, ''Ne yapacaksınız Türkan Şoray’ı, Cüneyt Arkın'ı... Bugün bizim günümüz. İlker’in, Ömercik’in, Funda’nın, Nilgün’ün, Sedef’in ve benim adresimi sorun, söyleyeyim'' dedim. Yalnız benim konuşmalarımdan Erman ağabey pek memnun olmadı galiba. Baksanıza haline...
AYIP, AYIP
Yazan: ÖMERCİK
«Evde annem, babam, ''Uslu dur, yaramazlık yapma. Arkadaşlarından yaramazlık yapan olursa ona da yapmamasını söyle'' dediler. Ama SES’e gelince ne görsem beğenirsiniz? O koskoca gazeteci amcalardan biri camı kazayla kırmamış mı? ''Olur böyle kazalar'' demeyin sakın. Hep böyle olur zaten, biz cam kırsak kabahat olur. Aynı şeyi amcalarla teyzeler yapınca da kaza!»
DEVİR TESLİM
Yazan: ERDOĞAN SEVGİN
«Kaderde bu da varmış... Düşünün tam 7 çocuk yıldız ve ben.. Kimine dur dersin, kimine yapma oğlum, diye yalvarırsın, kimine elini çek, kimine ona dokunma dersin. Ve bu arada ciddi ciddi devir teslim işini bitirmeye uğraşırsın, öyle ya, bu iş bitse gerisi foto muhabiri arkadaşların sahasına giriyor. Onlar makinelerini çalıştıracaklar, flaşlar peşpeşe patlayacak ve SES okuyucuları enteresan bir röportajla daha karşılacaklar.»
TAM KADRO İŞ BAŞINDA
Buraya çocuk yıldızlardan hiç biri yazı yazmayı kabul etmedi. Kendi açılarından haklılardı ama.
Öyle ya, işi henüz devralmışlardı, neyin ne olduğunu bilmiyorlardı.
Onun için önce Ömercik’in başkanlığında bir «dörtköşe masa toplantısı» yapıp, iş bölümüne gittiler. Sonra herkes kendisine düşen işin başına geçti. Resimde çocuk yıldızlar «toplantı» anında görülüyorlar.
ŞU BİZİM TOMBUL AMCA
Bu sayfanın yazı işleri müdürü Ömercik muhabirlerini etrafına topladı ve «Hepiniz bir sinema yıldızı veya sinemayla ilgili bir yazı yazın» dedi. Okula gidenler hemen kağıda kaleme sarıldılar. Olmayanlar da SES yazı işlerinde görevli bir arkadaşı yakalayıp hissettiklerini dikte ettirdiler. Sinemanın 5 yaşındaki yıldızı Sedef Ecer konu olarak kendine «Tosun Amca»yı almıştı.
Anlatan: SEDEF ECER
«Ben Tosun amcayı çok severim ve ona Tombul Amca derim. O gün Tombul Amca bizimle çok ilgilendi, bizlere masallar anlattı, kocaman göbeğini hoplatarak bizi güldürdü. Görseniz, bir terliyor ki Tombul Amca... Sık sık kocaman mendilini çıkarıp terlerini siliyor, ama biraz sonra yine ter basıyor... Ben annesi olsam her gün ona, ''Aman Tosun, koşup oynama, fazla terleme, sonra üşütür hasta olursun'' diye tembih ederim, sık sık da terli olup olmadığına bakarım. Benim annem bana öyle yapıyor.»
«Çocuk arabası ticareti yapmak nereden aklınıza geldi?»
  • «Benim aklıma gelmedi, getirdiler. Ne zamandır kendime bir «ek iş» kurmayı düşünüyordum. Malum sinemada insana geleceğin neler getireceği pek belli olmuyor. Onun için kendi kendime, ''Allaha şükür şimdi çalışıyorum, ama yarının ne olacağı bilinmez. Ben şimdiden kendimi geleceğe hazırlıyayım'' diyordum. O sırada bana Kadıköy bayiliğini teklif ettiler. Ben de onu kabul ettim, sonra, ''Bari olunca tam olsun'' deyip bu dükkanı satın aldım.»
Murat Soydan, dükkanında — kendi deyimiyle — doğumundan 10 yaşına, hatta daha ilerisine kadar bir çocuk için ne lazımsa hepsini satacakmış. Mesela bir bebek bekliyorsunuz değil mi? Hiç düşünmeyip dükkana gireceksiniz ve iki katı şöyle bir dolaşıp bebeğe lüzumlu her şeyi alıp çıkabileceksiniz.
Murat Soydan’ın ilk müşterisi çocuk yıldızlardan Sedef Ecer oldu. Murat’ın yakın arkadaşı olan Sedef’in babası Nihat Ecer dükkanının bulunup kiralamamda Murat’a yardımcı olmuş. Nihat bey açılış hazırlıklarında da Murat Soydan’a yardım etti, bu arada Sedef oradaki salıncaklardan birini beğenince Murat Soydan hemen oracıkta ilk siftahı yaptı. Daha doğrusu iş şöyle oldu. Murat minik meslekdaşına salıncağı «hediye» etmek istedi, ama alıcılar «Bu ilk satışın, siftah böyle olursa arkası iyi gelmez,» deyip salıncağın parasını ödediler.
Bugünlerde başını kaşıyacak vakti olmayan ve bir filmi bitirince hemen yenisine başlayan Murat Soydan dükkanında çoğu zaman bulunamayacak. Onun için birkaç tezgahtar satış yapacak, dükkanın idaresiyle de Murat Soydan’ın yakın arkadaşı eski güzellik kraliçelerinden Güler Samuray meşgul olacak.

Niçin Güler Samuray’da bir başkası değil? Bakın bu sorunun cevabını Murat Soydan nasıl cevaplandırıyor: «Bir kere Güler’i çok eskiden beri tanırım. Dürüst, işine bağlı bir kızdır.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...