Ana içeriğe atla

Demir Karahan Venedik Festivali'nde

İnsanı cayır cayır yakan bir ağustos günüydü. Takvimler 14 rakkamını gösteriyor ve ben Kapıkule’de İstanbul’a, Türkiye’ye veda ediyordum. Hayatımda ilk defa yabancı film şenliği seyredeceğim için heyecandan yerimde duramıyor, kabıma sığamıyordum..
VENEDİK İÇİN BİR FİLİM ÇEVİRİYORUZ
«Venedik» hayali bende aylar önce başlamıştı. Türkiye’nin ilk kadın rejisörü Bilge Olgaç temmuzun başında benimle temasa geçmiş, «Demir,» demişti, «Venedik Film Festivali için bir film hazırlayacağım. İsmi 'Linç' bu filmin... Oynamak ister misin?» Hemen kabul etmiştim. Artık gondollar ülkesi Venedik, Venedik’te gösterilecek filmden başka bir şey düşünmez olmuştum...
«Linç» hayli maceralı bir şekilde bitti. Filmin rejisörüyle yapımcısı anlaşmazlığa düşünce, filmin bitme süresi biraz uzadı, güç - bela tamamlandı. Ankara’ya sansüre gönderildi. Sansür filmi inceleyedursun, biz de Venedik için hazırlık yapıyorduk. Bizleri Venedik’e götürmek için otomobil kiralanmış, «Linç»in İtalyanca prospektüsü bastırılmış, hepimiz pasaportlarımızı çıkartmıştık. Ama Ankara’dan gelen haber, «ak bir haber» olmadı. Film sansürden geçmemiş, yurt dışına çıkması, Türkiye sinemalarında gösterilmesi sakıncalı bulunmuştu.
O tatlı hayaller, Venedik rüyası, iğne değdirilmiş bir balon gibi söndü bu «kara haber»le... Ama kendimi çabuk topladım. Venedik’e gitmeliydim.. Avrupa’da nefis bir tatil geçirmeli, Avrupa’da bir festivalin nasıl yapıldığını görmeli, dünya çapındaki filmleri seyrederek sinema kültürüme birşeyler katmalıydım...
BİR FESTİVAL Kİ...
Venedik’e geldiğim zaman şehir ayaktaydı. Dükkanlar açılıyor, insan selleri işlerine gidiyordu... Hareketli bir şehirdi Venedik... Tıpkı kitaplarda okuduğum, filmlerde seyrettiğim gibi.
O gece Venedik’in orta halli otellerinden birinde, yol yorgunluğunu üzerimden attıktan, deliksiz bir uyku çektikten sonra soluğu filmlerin gösterildiği, bu yıl yeni baştan onarılan Festival Sarayı’nda, artistlerin, artist olmak isteyenlerin gezip dolaştıkları yerlerde geçirdim... Ve inanır mısınız büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Oysa İstanbul’dan ne hayallerle çıkmıştım yola... Adım başı dünyanın en ünlü sinema yıldızları ile karşılaşacağımı, şehrin her köşesinde ayrı bir festival heyecanı ile karşılaşacağımı ve biribirinden güzel filmler seyrederek, sinema dağarcığıma birşeyler ilave edeceğini sanmıştım. Meğer ne kadar yanılmışım...
Bizim Antalya Festivali bile 31. Venedik Film Festivali’nden çok daha hareketlidir. Halk festivale karşı son derece ilgisizdi. Beyazperde de avuçlarım kızarıncaya kadar alkışladığım, ünü yedi düveli aşan yıldızların hiçbiri festivale iltifat etmemişti.. Festival dolayısıyla bu kanallar ülkesine gelenler sadece Avrupa’nın jet sosyetesinin az ünlü temsilcileriyle, şöhret olmak için çırpman yıldız namzetleriydi. Bu iki grup festival süresince her gece tuvalet, mücevherat ve vücutlarını gösterme yarışına girdiler ve bu yarışma da en çok foto muhabirlerinin işine yaradı.. Festival için Venedik’te tulunan şöhretlerin sayısı ise bir elin parmaklarından daha azdı... Bir Alida Valli gelmişti festivale, bir Romino Power, Al Bano, bir Anouk Aime bir de nedense kendisi «Amerikalı» diye tanıtmayı tercih eden «Türk Lokumu» Özel Türkbaş..
Festivalle alay eden sadece festival için Venedik’e gelmiş olanlar değildi. İtalyan basını da açıkça alay ediyordu bu film şenliği ile... İşte bakın bir İtalyan gazetesi festival hakkında neler yazıyor:
DİLİ OLMAYAN FESTİVAL
«Venedik Festivali için bir tek şey söylenebilir. Dili olmayan, konuşamayan sessiz bir festivaldir 31. Venedik Film Şenliği. Bir iki filmi saymazsak, bu yılkı festivalin ne yedinci sanata bir katkısı oldu, ne de ülkemize bir şey kazandırdı. Bunun başlıca nedeni de festivale katılan filmlerin hiç birinin sanat yönlerinin bulunmayışıdır.
«Savaş sonrası Venedik Film Festivali’nin başından bugüne kadar yedi ünlü direktör geçmiştir. Bunlar Elio Zorzi, Antonio Petrucci, Floris Luigi Ammannati, Emilio Lonero, Domenico Meccoli, Luigi Chiarini, Enesto Guido Laura’dır. Emesto Guido Laura şu anda hâlâ Festival direktörüdür. Bunlar İtalyan Film dünyasına «ölüm ve ter kokan» westem filmlerini getiren yedi despottur. Ve bu yedi kişi kendi getirdikleri westernlerdeki konulara benzer bir şekilde direktörlüklerden uzaklaştırılmışlardır. Bu neticeyi doğuran da onlara yöneltilen tenkitlerin gücüdür. Bu yaratılan polemiklerin başında Visconti’nin hakkını yiyen, Lonero’ya yöneltilen gelir. Ve öyle tahmin ediyoruz ki 31. Venedik Festivali’nde, Venedik Film Festivalleri’nde en iyi filme aslan ödülü verilmesi geleneğini kaldırarak çok olumlu bir iş yapan Ernosto Guido Laura’nın başını yiyecektir. Zira Venedik Venedik olalı böylesine olumsuz, böylesine keşmekeş içinde bir festival görmemiştir. Temennimiz bundan sonra da görmemesidir. Görmemesi de, gelecek yıllarda Festival direktörlüğü gibi herkesin gözü üzerinde olan bir mevkie getirilen adamın sinemayı yedinci sanat olarak kabul edip etmemesine bağlıdır... Skandale değil, sanata önem vermesine bağlıdır.»
FİLMLER, FİLMLER
31. Venedik Film Festivali’ni izlediğim süre içinde bazı filmler seyrettim. Sinemanın önde gelen ustalarından Rossellini ve Fellini’nin «Socrat» ve «Clovrn» adlı kurdeleleri İtalyan sinema kritiklerine göre, «dikkat çekmesine rağmen bir TV filmi niteliğinde»ydi. Gerçekten de öyle. Festivalin sanat yönüne birşey ekleyemedi bu filmler. Nasıl ki, dünyada televizyon, sinema seyircisini kendine çekiyorsa bu filimler de sadece festivale renk kattı ve seyirciyi sinema salonuna çekti, o kadar.
Film yapımcısına büyük ölçüde yardımı olan ve hatta festivallerde neticeye etkileyen senaristlerdir... Bu yıl Venedik Festivali’nde bu başarı Anton Cecov’un «Üç Kız Kardeş» adlı tiyatro oyununu sinemaya aktaran Laurance Olivier’in oldu. Frencesco Rossi’nin «İnsanlar Karşı» ve Bernordo Bertolucci’nin «Örümceğin Stratejisi» ile 31. Venedik Filim Festivali’nde en büyük ilgiyi topladı. Macaristan’ı temsil eden ersko’nun «Macaristan’da Cenaze Duası» ve Szabo’nun «Aşk Filmi» filmleriyle, bir Sovyet filmi olan Lev Kulıdjanov’un «Suç ve Ceza» ise beklenen ilgiyi görmedi... Vasat, hatta vasatın altında filimlerdi..

İşte Venedik Film Festivali’nden aklımda kalanlar sadece bunlar. Çok şeyler bekleyerek yola çıktığım halde Venedik’ten birkaç skandal, bol bol soyunan yıldız namzetleri, bunlardan faydalanmayı düşünen yıldız avcılarını görerek hayal kırıklığına uğradığımı sanıyorsunuz değil mi? Hayır... Venedik gezisi benim için hayli faydalı oldu. Bir kere yıllarca önce, öğrenciliğim sırasında bulunduğum şehirlere gitmenin heyecanı ile sarsıldım. İsviçre’de dişçilik yapan dayımın oğlunun yanında Avrupa’nın jet sosyetesinin St. Moritz’de nasıl eğlendiklerini gördüm, o eşsiz tabiat güzelliği, insanı şaşkına çeviren huzur içinde yılın bütün yorgunluğunu üzerinden attım ve İstanbul’a, yakında Avrupa’da yabancılarla bir film çevirmek hayaliyle döndüm.. Venedik’te LCR Film Şirketi’nden teklif aldım. Bizimkilere hiç benzemeyen sütudyolarda, hayatımda görmediğim kameralarla tecrübe filmimi çektiler. Netice benim için çok sevindiriciydi. Tipimi beğenmişlerdi İtalyanlar. Eğer bir aksilik olmazsa önümüzdeki günlerde İtalya’dan mukavelem gelecek, ben bu anlaşmayı imzalayacağım ve gelecek temmuzda İspanya’da çevrilecek bir avantür filminde başrol oynayacağım...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)
https://www.tozlumagazin.net

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...