Ana içeriğe atla

Filiz Akın Cephesi

1962 yılında, ilk filmi «Akasyalar Açarken»i çevirirken, bazı prodüktörlerin Filiz Akın için söylediklerini dünmüş gibi hatırlıyorum: «Türk sinemasına ilk defa Avrupai bir tip geldi» demişlerdi. «Bu sarışın, sevimli genç kız her zaman başa güreşebilir» demişlerdi.
Önceleri, aralarında birçok ünlü prodüktörün ve rejisörün bulunduğu çok kişi gülüp geçmişti bu sözlere: «Türk sinemasında hiçbir zaman sarışınların yeri olmamıştır!» gibi peşin bir hükümle Filiz Akın’a şans tanımamışlardı.
Sinemaya girişinin ikinci yılında evlendi Filiz Akın, prodüktör - rejisör Türker İnanoğlu ile hayatını birleştirdi. Aynı anda da dedikodu kumkumaları bir saat dakikliği içinde çalışmaya başladı: «Türk sinemasında evli kadınlar hiçbir zaman 'star' olamamışlardır!» diyorlardı bu sefer... Arkasından İlker (Yumurcak) doğdu (1965). Filiz Akın’ı çekemeyenler bayram yapıyorlardı artık! Eh Filiz anne olmuştu. Haliyle, eskisi gibi sinemayla ilgilenemeyecek, ilgilense bile, kocası prodüktör olduğu için, onun başında bulunduğu şirketin dışındakilere film yapamayacak, kısa bir süre içinde de sönüp gidecekti!
Ne demiş ünlü bir düşünür: «Direnin ve sabredin. Göreceksiniz sonunda her şey istediğiniz gibi olacak.» Filiz Akın’da öyle yaptı işte, direndi ve sabretti, ama sonunda istediği, arzuladığı yere de geldi. 1970 yılı boyunca peşpeşe film çeviren, renkli süper prodüksiyonlarda başrol oynayan Filiz Akın, bugün Türk sinemasının Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit’ten sonra üçüncü kadınıdır ve gözü zirvededir.
Adettir zaten, Yeşilçam’da atağa kalkan bir kimse oturur, kendine bir program çizer. Eğer çizdiği programda hisse yer vermezse, zirveye ulaşır, aksi takdirde sönüp gider. Filiz Akın’da öyle yaptı. 1971 baharına, hisse yer vermeden hazırladığı yeni kararlar, yeni «kanunlarla» girdi.
İşte Topağacı’ndaki zevkle döşenmiş evinde Türk beyazperdesinin sarı kanaryası ile bu «karalar», bu «kanunlar» üzerine konuşuyoruz... Söze şöyle başlıyor Filiz Akın: «Doğrusunu isterseniz ben bugüne kadar paraya önem vermedim Yeşilçam’da.» Ve sözlerine şöyle devam ediyor: «Daima, önce iyi film, sonra para, prensibini güttüm. Fakat anladım ki, bu hatalı bir tutum. Zira, bakıyorum da starlık bugünün Türk sinemasında binlerle ölçülüyor. Bundan böyle benim de fiyatım, tenzilatlı tarafından, 40 bin lira. Dünyanın en büyük filminde oynayacağımı bilsem bile bu paradan bir santim noksanına mukaveleye imzamı atmam.»
Para meselesinden başka önemli bir kararı daha var Filiz Akın’ın, Cüneyt Arkın’ı, Cüneyt Arkın yapan menecer Leon Sason ile de anlaştı. Yani bundan böyle Yeşilçam’da meneceri olan tek kadın artist olarak göreceğiz Filiz Akın’ı. Bakın bu konuda da neler söylüyor:
    - «Bence bir artistin prodüktörlerle kendisinin konuşması zararlı. Sayısız mahzurları var. Amerika’da, Avrupa’da menecerler yaparlar bu işi. Artiste de sadece kamera karşısında rol yapmak düşer. Ben şahsen bir menecerle anlaşmamın bana büyük faydalar sağlayacağına inanıyorum.»
Durun daha bitmedi... Filiz Akın’ın «Bahar Kararları» bu kadar değil... Sevimli yıldız çevireceği film sayısını da kısıtlamış. 1971 yılında en çok 10 filimde başrol oynayacakmış. Kendisine mayıs ayının ortasına kadar istirahat vermiş. Sebep yeni sinema sezonuna taze kuvvetle girmek. Mayıs’tan sonra sadece renkli ve kendisini zirveye götürecek, kaliteli filmlerde rol alacakmış. Oynayacağı filmlerin çoğu da ortak yapım olacakmış. Aliki Vuyuklaki ile oynayacağı filmin dışında, Yunanlılara bir film daha çevirecekmiş. Ekim ve Kasım aylarını ise İranlılara ayırmış. Biri Cüneyt Arkın’la, diğeri de İran’lı bir jönle olmak üzere İran’lılarla iki filmlik anlaşması varmış...
İşte Filiz Akın’ın bahar kararları bunlar... Mademki kararların sonuna geldik, biz de yazmıza noktayı koyalım:

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....