Ana içeriğe atla

Orhan Gencebay'ın Başına Gelmeyen Kalmadı

Orhan Gencebay'ın Unutamadığı Anıları dizimizin bu bölümünde, sanatçının yurt dışında başından geçen olaylar yer alıyor. Bunlardan biri hırsızlık olayı, diğeri ise bir otomobil kazası...
Orhan Gencebay, Sevim Emre ve iş ortağı Yaşar Kekeva ile birlikte bir Avrupa gezisine çıkarlar... Gezilerinin son durağı İtalya'dır... Milano'da birkaç gün kaldıktan sonra Almanya üzerinden Türkiye’ye döneceklerdir... Ancak olaylar düşündükleri gibi gelişmez. Milano’dan ayrılacakları gün başlarına öyle bir felaket gelir ki, 10 gün daha İtalya'da zorunlu ikamete tabi tutulurlar...
Şimdi dilerseniz gelin birlikte dinleyelim Orhan Gencebay’ın İtalya macerasını...
«Sevim Emre, Yaşar Kekeva ve ben otelle ilişkimizi kesmiş ve Milano'yu terketmek üzere Mercedes'imizle yola koyulmuştuk... Bir katedralin önünden geçiyorduk... Sevim, bu katedralin kapısında bir resim çekmemizi istedi... Arabayı yolun kenarına park edip fotoğraf makinelerimizle birlikte caddenin karşı tarafına geçtik... 10 dakikada fotoğrafları çekip dönmeyi düşündüğümüz için otomobilin kapılarını dahi kilitlemeye gerek görmedik... İki-üç poz resim çektikten sonra geri döndük... Bir de ne görelim, otomobilin içindeki eşya ve paketlerden eser yok... içinde pasaportlarımızın ve paramızın bulunduğu çanta dahil her şey çalınmış... Bu hırsızlık olayı en fazla Sevim'i sarsmıştı... Çünkü çalınan eşyaların çoğu ona aitti ve özene bezene almış olduğu giysiler bir anda yok olmuştu. Şok geçirdik... Ağzımızı bıçak açmıyordu... Kısa bir süre sonra kendimizi toparlayıp en yakın polis merkezine derdimizi anlatmaya gittik.
«Polisten soyulduğumuza dair gerekli belgeleri aldık... Özellikle pasaportumuzun çalınması olayı içinden çıkılmaz bir hale sokmuştu. Polisten aldığımız belgelerle Milano'daki Türk konsolosluğuna müracaat ettik... Ama ne gariptir, Türk yetkililer bizim bütün sorunlarımıza ilgisiz kaldılar... 'Bugün gidip yarın gelin' dediler... Ertesi günü gittiğimizde ise bize yeni bir pasaport veremeyeceklerini söylediler... Kendilerinin yapacakları hiçbir şey olmadığını ve kendi işimizi kendimiz yapmamız gerektiğini dile getirdiler... Türkiye'ye bir telex dahi çekme zahmetinde bulunmadılar... Hayret edilecek bir olayla karşı karşıyaydık... Mağdur duruma düşmüş ve hatta paraları dahi çalınmış bir vatandaş gurbet ellerde böylesine bir vurdumduymazlıkla karşılaşıyordu.... Bir gün, iki gün derken biz 10 günü bulduk Milano'da...
«Kendi öz kanımızdan olan insanların bize karşı olan bu davranışları beni hırsızlık olayından da fazla etkilemişti... Kendi çabamızla İstanbul’dan bazı belgeler getirttik... Tekrar konsolosluğa gidip bari bu aşamada bize yardımcı olmalarını istedik... Ancak görevliler yine aynı tutumlarında kararlı ve ısrarlıydılar... Bu kez sabrım taşmıştı... Beynimin tası atıp veryansın ettim... 10 gün boyunca bize çektirdikleri çileyi teker teker suratlarına vurdum... Benim bu bağırıp çağırmam hemen yankısını gösterdi... Bir saat içinde gerekli bütün evrakları hazırlayıp elimize verdiler... Ve yeni pasaportlarımızla yola çıktık.,.»
Evet, Orhan Gencebay'ın talihsizliklerle dolu alan yurt dışı gezisi tamamlanmak üzereydi... İtalya'dan yola çıkmışlar ve Almanya üzerinden Türkiye'ye geleceklerdi... Yol boyunca Sevim Emre çalınan eşyalarına gözyaşı döküyor ve giden giysilerinin ardından sızlanıyordu... İşte böyle bir atmosfer içinde Almanya sınırları içine girerler... Münih'te görülecek ufak-tefek işleri vardır... Plak alım-satımı ve müzik çalışmalarıyla ilgili bazı görüşmeler yaparlar Alman firmalarıyla... İki gün kalıp tekrar yola çıkarlar... Ve o günleri anımsayanların da çok iyi bileceği gibi başlarına büyük bir kaza gelir... Bulgaristan’da ölümden dönerler... Yaşar Kekeva direksiyonda, Orhan Gencebay önde ve Sevim Emre ise arkada oturmaktadır... Süratli denilebilecek bir şekilde geceleyin yol almaktadırlar... Yanlış bir yola girdiklerinde bir ağaçla çarpışırlar, Mercedes hurdahaş olmuş, içindekiler ise ağır yaralanmıştır.
«Gözlerimizi hastanede açtık... Sofya'nın en büyük hastanesiydi... Yaşar'ın her yanından kanlor akıyordu... Sevim'in ise üç omurgası kırılmıştı... Benim de omurgam ezilmişti... içimizde en ağır durumda olan Sevim Emre'ydi... Günlerce hastanede yoğun bakım altında kaldık... Bulgar doktorlar ve konsolosluk yetkilileri üzerimize titriyorlardı... Aynı anda Samsun'da annem, babamı uykudan uyandırıyor ve bir rüya gördüğünü söylüyor... 'Orhan'ımın otomobili bir yere çarpıyor... Oğlum can çekişiyor' diyormuş.. Babam pek üzerinde durmuyor... 'Haydi yat hanım... Her rüyaya inanılır mı' deyip geçiştiriyormuş.,
«Tam 14 gün hastanede, ecelle pençeleşiyoruz.. Fakat bu arada bizi çok mutlu kılan olaylar oluyor. Türkiye'ye izine giden işçilerimiz kazayı öğrenince ellerinde çiçeklerle ziyaretimize geliyorlar.. Sevim'in bütün vücudu alçı içinde ve büyük acılarla kıvranmaktadır.,
«Ben ise üç ay boyunca çelik korse taktım.. Daha sonra hastaneden çıkıp da Edirne sınırına geldiğimizde bizi 600'e yakın vatandaşımız bağırlarına bastılar... O korkunç kazadan kurtulmuş ve nihayet ülkemize dönmüştük...»
Evet, Orhan Gencebay’ın unutamadığı anıları arasında yer alan bu yurt dışı gezisi yukarıda da anlattığımız gibi olaylarla dolu olarak son buluyor... Ünlü sanatçı özellikle bir konuyu vurgulamaktan çekinmiyor ve gerçekleri şu şekilde dile getiriyor:
«Her iki ülkede kamu görevi yapan ve devletten maaş alan konsolosluk yetkilileri arasında öylesine fark vardı ki.. Maalesef İtalya'da çok büyük sıkıntılar çekerken Bulgaristan’da ise çok büyük yakınlık gördük... Milano'daki görevliler bizi 10 gün boyunca oyaladılar., Ancak şiddetli tepkimiz karşısında hizaya gelip hakkımız olan çıkış belgelerini bize verdiler.. Oysa Bulgaristan’da ise tam aksi bir davranışla karşılaştık.. Yalnız kendileri değil, aileleriyle birlikte bizi bir an olsun hastanede yalnız bırakmadılar... En küçük bir sorunumuzda dahi bütün güçlerini harcayarak bize moral takviyesinde bulundular...

«Her gece yanımızda görevli bir personel kalıyordu.. Nöbetleşe olarak bu ondört gün boyunca sürdü... Ayrıca otomobilimizin onarımı konusunda da bizi kesinlikle kimseyle muhatap etmeyip bütün işlerimizi yüklendiler.. Gerçekten gözlerimizi yaşartan bir ilgiydi bu.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...