Ana içeriğe atla

Öztürk Serengil Elveda Diyecek

Fuar zamanında İzmir'den haberler geldikçe Yeşilçam'da önce alttan alta başlayan bir dedikodu zamanla dalbudak saldı. Öztürk’le ilgili kavga haberlerini duyan herkes yakın geçmişin anılarını tazeliyor ve kafasında şekillenen, «Acaba Öztürk yine eski yeşşe mi oluyor?» sorusuna cevap aramaya çalışıyordu. İşin aslına bakarsanız gelen haberleri değerlendirme durumunda olanlar için ilk anda bu sorunun cevabı «Evet» ti. Öyle ya, Öztürk önce Selda Alkor’la, sonra Selma Güneri ile, Fatma Girik'le, Sadri Alışık’la kavga etmişti. Bu durumda insan ister istemez, «Bu kavgaların hepsinde Öztürk Serengil'in haklı olması çok zayıf bir ihtimal,» hükmüne varıyordu. Her insan gibi Öztürk'ü sevenler olduğu gibi, sevmeyenler de vardı ve bunlar ellerine fırsat geçmenin «mutluluğu» içinde, «Tabii. Yine zirveye çıktı ya...» diye başlayıp, Öztürk’e ver yansın ediyorlardı. Böylece zaten olay hakkında kesin bir karara varamamış beyinler bir daha yıkanıyor ve düşünceler, Öztürk'ün aleyhine bir istikamet alıyordu.
Şu anda esen hava üç aşağı, beş yukarı budur. Peki, Öztürk ne diyordu bu konuda? Ne düşünüyordu? Kendisiyle geçtiğimiz hafta filim setinde bunu konuştuk. Yorum yapmamaya çalışarak, birçok soru sorduk; bu soruların cevaplarını aldık. Kelimeleri eğip bükmüyordu. Kesin konuşmayı tercih ediyordu. Gazete sütunlarına akseden kavga haberleri hakkında söyledikleri şunlardı;
    - «Peşinen şunu söyleyeyim ki bütün o dedikodular, bana karşı olanlar tarafından çıkartılmıştır. Hakkımda ver - yansın edenlere bakınız, hepsi bana karşı olan tutumlarını gazetelerin kendilerinden bahsetmesi için ayarlamışlardır.»
- «Affedersiniz ama pek anlayamadık?»
- «İzah edeceğim. Ama önce şunu söyliyeyim. Sadri AIışık'Ia kavga etmedik, münakaşa etmedik. O bir yanlış haber olsa gerek. Diğer 3 hanımdan biri ile (Selda Alkor) beraber filim çeviriyoruz. Zaten sette selamlaşmıyorduk. Sonra İzmir'de karşılaştık, yine selamlaşmadık. Bir gün yemek yerken gelip bana çattı. Bir şaka yaptık, anlamadı. Üçüncüsü için de, «Ben Fatma'yla aynı gazinoda çalışmıyacağım,» demişim. Hayır efendim, yalan. Onun Kübana’da çalışması için ben aracılık ettim.
Öztürk Serengil bir an durdu. Kenarda duran kordonlara, bir yanıp, bir sönen spotlara baktı. Kendi kendine. «İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri!» diye mırıldandıktan sonra tekrar bize döndü:
- «Şu anda yine aleyhimde konuşulmaya başlandı. Meşhur meseldir, 'Meyveli ağaç taşlanır,' derler. Aleyhimde konuşulduğuna göre ben mühim adamım. Söylentiler, dedikodular bana vız gelir. Onlar konuşsun, ben çalışıyorum. Ama bu laflar beni açıklama yapmaya mecbur etti. Sahneyi de, perdeyi de bırakmak istiyorum. Bunu daha ilerde açıklayacaktım, ama kararımı değiştirdim. İlk size açıklıyorum.»
BOMBA GİBİ BİR HABER
Öztürk bir sigara yaktı, sonra sinema ve sahne çevrelerinde bomba tesiri yaratacak açıklamasını yaptı:
- «Bence insan bir şeyi zirvedeyken bırakmalı. Koşamayan birinin futbolu bırakması önem taşımaz. Futbolu mu bırakacaksınız, Şeref gibi, Metin gibi zirvedeyken bırakacaksın. Yoksa futbol sizi bıraktıktan sonra bırakmışsınız kaç para eder? Evet, sahneden de, perdeden de ayrılıyorum artık. Yakında kısa bir Almanya turnem var. Döndükten sonra 1 mayısa kadar çalışacağım ve kış sezonu biter bitmez, 'İşte geldik gidiyoruz - şen olasın Halep şehri,' diyeceğim Yalnız bir şey daha söylememe izin verin: Ben şovmen ola rak sahnede bir yere geldim. Son olarak İyi bir filimde oy nadim. Benle uğraşanlar, ben ayrıldıktan sonra pislik ata cak yeni adamlar arayacaklarına, bir yere ulaşmaya çalış salar zannımca daha iyi ederler. Bu, dedikodu ve çekeme mezlikler yüzünden piyasadan ayrılan bir adamın tavsiyes olduğu için her halde tutarlar. Hoş tutarlarsa kendileri kar eder, tutmazlarsa bana ne?»
Böylece 1953'te tiyatroya başlayıp hemen peşinden sinemaya geçen ve 16 yıl iyi veya kötü daima adınt duyurmayı başaran bir adam artık, ışıklara, alkışlara ve hayranlarına «elveda,» diyordu.

Bir mesele daha var. isimleri Öztürk’le «kavga haberleri» ne karışanların bu konuda söyleyecekleri sözleri yok muydu? Bakalım, bir de onlarla konuşalım; onlar bu konuda ne diyecekler?»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Emel Sayın Ayrılığa Dayanamıyor

Yüksek bir kuleden çevreyi gözlüyorum. Birden kulenin dibinde Selçuk beliriveriyor. Saçlarım öyle uzun ki, aşağıya kadar uzatabiliyorum... Tıpkı, masallarda olduğu gibi, saçlarıma tutunarak tırmanmaya başlıyor. Sonra boşluktan bir el uzanıyor ve saçlarımı tam ortadan kesiveriyor.. Selçuk düşüyor...» Emel Sayın , sık sık buna benzer düşler görüyor ve çığlıklarla uyanıyor... Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar, öylesine çabuk gelir geçer ki, çoğu kez hızla geçen bu zaman içinde, kimi zaman aynaların, kimi zaman da takvim yapraklarının karşısında şaşırır kalırız. Ne var ki, zaman, herkes için çabuk geçmez. Hele hele yolları gözlenen bir sevgilinin dönüşü beklenirken, hiç geçmez... İşte, Emel Sayın için de zaman bir türlü geçmiyor. Ünlü sanatçı, zaman içinde zaman yaşıyor. Kimbilir, vatani görevini Konya’da yapmakta olan Selçuk Aslan için de durum aynıdır. Belki de «İbibikler öter ötmez ordayım, vatan borcu biter bitmez ordayım» türküsü dilinde, talim alanlarında koşarken, hep...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....