Ana içeriğe atla

Öztürk Serengil'in Peruk Sevdası

Sıcak bir mayıs günü. Öztürk Serengil’in Suadiye ile Bostancı arasındaki yazlık evindeyiz. Karşımızda gözün alabildiğine uzanan deniz ve Adalar...
Öztürk Serengil'in Şişli'deki kışlık evi mi, yoksa şu anda içinde bulunduğumuz yazlık evi mi daha «muhteşem» döşenmiş, bir karara varamıyoruz. Duvarları süsleyen rengarenk puanlar, binfair itina ile yaptırılmış masalar, koltuklar, sehpalar, yerdeki halılar, biblolar, antika eşyalar, Şişii'de de, burada da aynı...
Öztürk Serengil, Avrupa'dan iki gün önce dönmüş. Yüzünde devamlı direksiyon kullanmanın verdiği yorgunluğun izleri var. «Herkes gezmek, yiyip içip eğlenmek için Avrupa'ya gider, biz de iki tanecik peruk almak için ta Münih'e gidip geldik,» diyor. «Hele şu şanssızlığıma bakın, düşman başına! Yola çıkarken kendi kendime dedim ki, 'Öztürk yavrum, nasıl olsa Avrupa'ya gidiyorsun, Varna'ya bir uğrayıver de Balkan Boks Şampiyonası'nın finallerini seyret!’ Fakat nerede bizde o şans.. Buradan günlerimizi ona göre ayaraj yaptık, Varna'ya geldik, bir de ne çörelim. adamlar maçları üç gün tehir etmemişler mi? Al başına belayı!
«Çarnaçar boynumuzu büktük, bittabi biraz da Bulgar'lara kalay çekerekten ver elini Almanya dedik. Neyse ki peruk işimiz tehire uğramadı.. Adamlar ısmarladığım 'Hippy', 'Beatles' tipi iki peruğu hazırlamışlar. Acele tarafından mangırajları saydık, peruklarımın aldık ve bir solukta İstanbul'a döndük.»
Öztürk Serengil. 'Made in Germany' etiketini taşıyan iki peruğu ile karşımızda. Önce Hippy peruğunu takıyor. Hayret. Karşımızda bambaşka bir Yeşşe var. Bilhassa profilden! Eşi Nevin bile hayretler içinde. «A vallahi Oztürk çok değiştin,» diyor. «Seni sokakta görsem tanımazdım!»
Öztürk Serengil, eşinin bu sözleri üzerine, bize bir gece önce arabalı vapurdaki hikâyesini anlatıyor: «Dün gece gazinoya başımdaki perukla gittim. Baktım Ekrem Bora ile arabalarımız yanyana durdu, o bana baktı, ben ona baktım. Bir daha baktım, bir daha baktım, ters baktım, gülerek baktım, su koyvererek baktım, vallahi de, billahi de tallahi de tanıyamadı beni. En sonunda hi hi ha ha ha...» diye kahkahayı basınca Ekrem'in halini görmeliydiniz. Şaşırdı kaldı.»
Beatles peruğu Öztürk’e daha değişik bir hava veriyor. Hele işin içine kuaför Şükrü Yörük’ün tarak darbeleri girince Öztürk daha da güzelleşiyor. Kendi kendimize «Demek Öztürk saçlı iken jön gibi çocukmuş,» diyoruz. Sanki o da aklımızdan geçenleri anlamış gibi şunları söylüyor. Trabzon'un en yakışıklı genciydim. Kızları çıra gibi yakardım!»

İşte Öztürk Serengil'in iki peruğunun hikayesi kısaca böyle. Önümüzdeki yaz sezonunda Yeşşe'yi Napolyon şapkası, Nazi arması, Adana şalvarı ile değil, Almanya’dan getirttiği Hippy, Beatles perukları ile alkışlayacağız...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....