Ana içeriğe atla

Tevfik İnce'nin Evindeyiz

Bir zamanlar yazlık bahçelerde, alaturka gazinolarda, radyodaki özel programlarda ışıl ışıl parlayan bir topluluk vardı: «İsmail Dümbüllü ve Arkadaşları»... Ortaoyunu «kol» ları, tuluat kumpanyalarının hemen hepsinde olduğu gibi topluluğun «yıldız» ı ona adını veren İsmail Dümbüllü'ydü tabii. Ama hemen peşinden de Tevfik İnce gelirdi. Sirar - Pişekar arası bir tipi canlandıran Tevfik İnce, sahnede İsmail Dümbüilü'ye açmazlar verir: Dümbüllü'nün bu açmazlara verdiği esprili karşılıklar, seyircileri kahkahaya boğardı. Yıllardır ikisini sahnede birlikte görmeye alışmıştık ve bilirdik ki Tevfk İnce, «Artık senin başını bağlıyacağım,» dedi mi, Dümbüllü, «Bağla. Benim kudurma zamanım geldi» diyecek... Ve biz bu hiç değişmeyen konuşmaya, bilmem kaçıncı defa bir daha güleceğiz. Böylesine bir alışkanlık doğmuştu İsmail Dümbüllü - Tevfik İnce - Seyirci üçgeni arasında...
1968 yılında durum birden değişti. Tevfik İnce kendi kendini emekliye ayırıp çekilmişti. Bu haberin duyulmasından kısa bir süre sonra da İsmail Dümbüllü jübilesini yapıp çekildi. Bir süre sonra Dümbüllü yine sahnelere döndü, ama yanında yar-ı vefakarı «Tevfik Efendi» yoktu. Zaman zaman İsmail Dümbüllü iie ilgili haberler, gazete ve dergiler abacılığı ile hayranlarına, kendisini sevenlere ulaştı. Peki ama Tevfik İnce ne yapıyordu, neredeydi, neyle vakit geçiriyordu? İşte bu soruların cevaplarını bulmak için Tevfik Ince’nin peşine düştük ve bulduk.
Yüzyıl hesabıyla düşünürseniz hayli yaşlı Tevfik ince. Öyle ya, bir asır önce, 1899 yılında doğmuş. İstanbul Muallim Mektebini bitirmiş, Alaçam’da öğretmenlik yapmış, sonra «sıla hasreti» ne dayanamayıp doğduğu kente, İstanbul'a dönmüş. Ortaköy’de bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra, Kabzımallar Cemiyeti Umumî Kâtibi olmuş ve Naşit Bey'in teklifiyle 1922’de Şark Tiyatrosu'na girip «iki Ahbap Çavuşlar» piyesinde «Gustave» rolüyle sahneye çıkmış? 1924 yılında Kel Hasan'ın topluluğuna geçmiş. Dümbüllü ile de orada tanışmış. 1926 yılında da İsmail Dümbüllü ile beraber çalışmaya başlamışlar. 1940 - 43 arasına sıkışan 2,5 yıllık bir ayrılığı saymazsanız, halk tiyatromuzun bu iki şöhreti tam (41) yıl kader birliği etmişler... Kendilerini seyredenleri kahkahaya boğmuşlar...
Tevfik ince 1928 yılında evlenmiş, 1929 yılında Sevim adını verdiği bir kızı olmuş. O kız şimdi 41 yaşında evli, iki çocuk annesi bir hanımefendi. Sahnede geçen 46 yılın karşılığında Suadiye'de bahçe içinde bir ev sahibi olan Tevfik İnce’nin şimdi bütün vaktini Taner ve Nilgün adlı biri kız, biri erkek iki torunu alıyor. 19 yaşındaki Taner'le, 17 yaşındaki Nilgün'e sahne hatıralarını anlatıyor, günümüzün modern tiyatrosuna köprü olan Şehzadebaşı'ndaki 'Direklerarası'ndaki «tiyatro alemlerini» yaşatıyor. Ama o alem kendi içinde de olanca canlılığı ile yaşıyor, hani «ha» deseniz yine sahneye çıkacak gibi... Bunu söyleyince gülüyor:

- «Sahneyi kalp rahatsızlığı yüzünden bıraktım... İnsan kalp hastası olunca gayet dikkatli yaşamak zorunda. Bu yüzden sahneye çıkamıyorum. Yoksa bir dakika bile durmam, yine sahneye çıkarım» diyor ve peşinden hemen ilave ediyor: «Hayat bu mirim, hayat... Emekli olduk işte!...»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....