- «Düşünmek başka
şey ağam, yapmak başka!»
Cümlelerine imza gibi
eklenen «ağam» kelimesi olmasa da bir sinema dergisinde böyle bir
cümle görürseniz bilin ki bunu Yılmaz Güney söylemiştir. Açık,
sert, kesin bir cümledir bu ve: «Askerlikten sonra neler
yapacaksın, önünde uzanan yeni devrede neler olabilir?» sorusuna
«cevaben» söylenmiştir.
Böyle başladı
tezkeresini alıp, sivil hayata dönen Yılmaz Güney’le
konuşmamız. Böyle başlaması da gerekliydi zaten. Geçen hafta da
belirttiğimiz gibi son derece akıllı ve usta bir politikayla
askerlikte de ününü sürdüren, çevirdiği filimlerle seyirciyle
olan bağını kesmeyen «Çirkin Kral» iki uzun yılın sonunda
tekrar Yeşilçam İmparatorluğuna dönmüştü. Bu iki yıl
zarfında «Çirkin Kral»ın ağırlığı daima hissedilmişti
Yeşilçam'da. Bu süre içinde Cüneyt Arkın’la Kartal Tibet
«kral naipliği» için soluk kesen bir mücadeleye girmişler, önce
Cüneyt Arkın arayı açmış, sonra birden atağa kalkan Kartal onu
yan yolda yakalamıştı. Ama Kral İmparatorluğuna dönmüştü
artık. Şimdi bütün mesele bıraktığı tahta oturup
oturamayacağıydı ve Yeşilçam'da herkes aynı soruyu birbirine
soruyordu.. Bu sorunun cevabmı önümüzde uzanan günlerden,
aylardan, yıllardan ziyade Yılmaz'ın beyin kıvrımlarında
saklıyıdı herhalde. Bizim şimdi düşündüklerimizi Yılmaz da 2
yıl süreyle düşünmüş, yeni planlar, yeni programlarla dönmüştü
sinemaya. Öyle yapması da gerekliydi zaten. Zirve yolunda amansız
bir savaşın verildiği yerli sinemada insan «Kral» bile olsa
sağlam bir stratejiye, kurmayca hazırlanmış planlara ihtiyaç
duyardı. Ve bir gerçek: Bu işi Türk sinemasında en iyi bilen
adamdır Yılmaz Güney.
Yine Yılmaz konuşuyor:
- «2 yıl bende hiç
bir şey yapmadıysa bir birikim yaptı. Benim terazim doğru tartar
ağam. İyi şeyler düşündüm, yeni şeyler düşündüm. Ama
şimdi bunları bir bir saymak neye yarar? Ben devekuşu muyum ki
yapmadan düşüneyim, papağan mıyım ki yapmadan konuşayım?
Durun hele, aylar bir bir geçecek, ben düşündüklerimi uygulama
alanına geçireceğim ve o zaman konuşacağım.»
Yılmaz Güney «Ekime
kadar olan zaman benim değil. Sattım onu, peş peşe filimler
çevireceğim,» diyor, sonra ekim ayında kendi hesabma «Acı»yı
çevireceğini söylüyor. «Acı» rejisör olarak Yılmaz' m
dördüncü filmi olacak. Bugüne kadar başrolünde oynayıp
rejisini yaptığı dört filmin üçü (Pire Nuri, Aç Kurtlar, Bir
Çirkin Adam) çeşitli özellikleri ile '.mevcudun iyileri» araşma
girmiş filimler. «Seyyid Han» ise başka, o gerçekten iyi, güçlü
bir filim. Bu durumda «Acı»dan ümitli olmamak için bir sebep
yok. Peki ekimden sonrası için ne düşünüyor Yılmaz Güney:
- «Ekime daha çek
var... O zamana kadar bu şartlar itinde yapılabileceğin iyisini
yapmaya çalışacağın. Ekimden sonra inatla, hırsla yem bir
çalışmava gireceğim. Yalnız olduğumu, yalnız kalacağımı
bile bile yapacağım omu.»
«Yalnızlık» lafı
Yılmaz'ın Muş rüzgarının yaktığı yüzüne tarifi güç bir
hüzün bulutu getiriyor. Yılmaz «yalnız olduğumu büe bile»
derken sesinde acının acısı bir ton vat. Anlaşılıyor ki Yılmaz
kendini bozkırdaki bir ağaç kadar yalnız hissediyor. Bu düşünce
aklımıza yeni bir soru getiriyor:
- «Piyasada sizi seven
kimsenin olmadığını mı ima etmek istiyorsunuz?»
Yılmaz hiç
duraklamıyor, «yaz ağam» deyip başlıyor:
- Ben piyasa da tam
olarak omuz omuza vereceğim insanın bulunduğuna inanmıyorum. Ama
iki şeyi birbirinden ayırmak lazım, işbirliği yapacağımız
adamlar var, omuz omuza vereceğimiz adamlar yok. Omuz omuza
yereceğimiz adam yokluğu belki de iki yılda bazı arkaraşlarla
birbirinden farklı şeyler düşünmemizden ileri geliyor.
O
sırada Elif geliyor yanımıza. Yılmaz «Aslan kızım, canım
kızım,» diyerek Elifi kucağına alıyor: «Muş’ta en çok
kızımı özledim, en çok onu aradım,» diyor. O sırada Elif
çantasını açıyor. Şeker ararken çantasındaki eşyaları bir
bir boşaltıyor. önce bir mendil, sonra küçük bir para çantası,
bir tarak ve Yılmaz Güney’ in küçük renkli bir resmi. Ya
çikletten, çıkmış, ya da çikolatadan... Resmi atmaya kıyamamış
4 yaşındaki Elif, alıp, küçük çantasında saklamış aylarca..
Yılmaz birden tuhaf oluyor, göz pınarlarına yaşlar doluyor ve
kızına daha bir içten sarılıyor.
- «Peki ya evlilik?»
diyoruz.
Yılmaz şöyle bir
duraklıyor:
- «Bak ağam,» diyor.
«Adam vardır adımlanyle gelir sinemaya. Adam vardır beyniyle
gelir. Ben beynimle geldim sinemaya.. Önümüzdeki aylarda yeni
kavgalar bekliyor beni. Olanca yalnızlığım ve bu yalnızlığın
gücüyle gireceğim kavgaya. Çok kişi gene sırt çevirecek bana.
Kimse, 'Yılmaz şu iyi filmi yaptı' demiyecek. 'Şurada silah
çekmiş, burada hadise yapmış' cinsinden laflar edecek gene. Ama
ben doğru bildiğim yolda gideceğim. Bu hep böyle oldu, yine böyle
olacak. Böyle bir kavga içinde evliliği uzun süre düşünemem
ben. Evlenirsem bile evleneceğim kadının kiloma uygun olması
lazım. Peki kiloma uygun kadın bulabilecek miyim?»
Bu son cümleyi Yılmaz
Güney konuşması içinde söylememişti sanki. Soruyu sordu, uzun
uzun düşündü, kendisine iri gözlerini dikip bakan kızını
öptü, sonra güldü ve tek kelimeyle konuşmasını noktaladı:
- «Sanmam.»
Şimdi de biz yazımızı
noktalayalım: Yılmaz Güney’in — kendi deyimiyle — «mayası
sağlam, vefalı seyircisi» Çirkin Kral’ı beklemektedir. Yılmaz
ekim ayma kadar yapacağı vurdulu-kırdılı Alimlerle onların
isteklerine uyacak, böylece onların gönlünde krallığını
sürdürmeye çalışacaktır. Peki ya ekimden sonra ne olacak? Onu
aylarca önce Fikret Hakan söylemişti bize: «Askerden dönüşte
Yılmaz’ı büyük bir tehlike bekliyor.» demişti, «iyi sinemacı
Yılmaz’la yıldız Yılmaz Güney savaşacaklar.». O savaş
başlayacak işte ekimden sonra..
Ve Yeşilçam
imparatorluğunda Yılmaz Güney krallığının serencamı da o
zaman belli olacak...(diğer haberler için aşağıdaki linke
tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder