Ana içeriğe atla

Yılmaz Güney'e Eski Eşinden Çağrı

Taksim'de, Aydede Caddesi'nde Kıvılcım Apartımanı'nın en üst katindayız. Karşımızda Yılmaz Güney ve genç eşi Nebahat Çehre var. Nebahat, artık makiyaj yapmıyor. Saçlarını ensesinde toplamış, kulaklarını açmış. Pantolon giymiş. Titiz, dikkatli bir ev kadını.. Yılmaz Güney de, ortak olduğu Dadaş Film firması hesabına yaptığı bir filmi yeni bitirmiş... 30 ocak 1967'de evlendiklerine göre yedinci ayı doldurmuşlar. Yılmaz, sıcak havadan şikayet ediyor ve pencereleri açıyor. Nebahat:
- «Yılmazcığım üşürsün. Zaten terlisin!» diyor.
Yılmaz, sağlığını filan düşünmüyor. Soğuk biraların biri gidiyor, biri geliyor.
- «Geçenlerde, kalbinin üzerine tabancayı dayayıp ateş etmeye kalkmışsınız, ama tabanca ateş almayıp, kurtulmuşsunuz.. Nasıl oldu bu iş?» diye soruyoruz.
Canı sıkkın, ama cevap veriyor:
- «Kurşunları daha önce karım çıkarmış. Yoksa ben, kalbine kurşun sıkmaktan korkacak adam değilim. Asabım bozulmuştu. Nebahat'e karşı kendimi suçlu hissediyordum. Kötü bir hareket yapmıştım. Yaşamak birden ağır geldi... Ama, bu olay gizli kalacaktı. Bilen herkes, namusu üzerine söz verdi, kimseye söyiemiyeceğine.. Fakat densizin biri, kim olduğunu biliyorum, aradan bir hafta geçtikten sonra, kendi reklamı için etrafa yaymış... Şimdi, geçti bunlar anam.. Başka şeyler konuşalım. Ben, dedikodudan, hafif şeylerden iğreniyorum. Beni rahat bıraksınlar. Ben artık istediğim filimleri yapmaya başladım. Lutfi ağabeyimle (Lutfi Akad) bir filim yaptım: 'Karakoyun'... Şimdi Atıf Yılmazla 'Kozanoğlu' var. Arkasından gene en seçme rejisörlerle en iyi filimler.. Ben, topluma faydalı eserler veriyorum. Bunun için çalışyorum.»
Yılmaz anlatıyor, Nebahat susuyor. Arada sırada:
- «Yemek yiyelim artık. Geç kaldın, hasta olacaksın..» diyor. Yılmaz, devam ediyor. Kaşlarını çatarak, gayet ciddî konuşuyor. Yere oturmuş, koyun postlarının üzerinde çıplak ayaklarını uzatmış.. Bazan diz çöküyor, bazan bağdaş kuruyor. Tam bir köylü olduğunu, köklerinden kopmadığını böylece ispatlamış da oluyor.
- «Biz mutluyuz, bize kimse karışmasın. Başka bir şey istemiyoruz» diye birkaç defa tekrarlıyor sözlerini..
- «Haydi çıkalım dışarıya.. Evde yemek yenmez bu sıcak havada..» diyor. Arabasıyle kaza yapmış, sağ kaşında bant var. Saçları arasında yara...
- «Arabayı tamire verdim. Taksi tutalım» diyor. Arnavutköyü'nde bir sahil gazinosuna gidiyoruz. Garsonlar, yerlere kadar eğilip, koşuşuyorlar. Gene bira içiyor. Masasını donatıyor türlü yemeklerle.. Karşıki masaya karpuz gönderiyor. Kadınlar ve erkekler, ona hayran.. Teşekkür ediyorlar. Üşüyor. Ceket istiyor. Patronun beyaz ceketini veriyorlar. Rutubet var. Sonra bir Boğaz gazinosu.. Orada tanıdıklar, dostlar, sarılıp öpüşmeler ve gece yarısı ayrılış...
VE MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ
Birkaç gün sonra kızı Elif'in yaş gününe davet ediyor, Can Ünal bizi.. Can, Yılmaz'ın yıllarca hayatını paylaşmış olan kadın. Elif ise, bu beraberliğin meyvesi... Davete gidiyoruz. Can Ünal, her zamanki gibi dertli..
- «Ayda 2.000 lira yolluyor. Ne yalan söyleyeyim. Şimdi iyi insan oldu. Zaten iyi olmasa bu kadar çilesini çekermiydim? Hala seviyorum. Hayatımda başka erkek yok. Olamaz da.. Kızım var ya, o bana yeter. Yılmaz, Elif'e pasta yollamış, üzerine «Uzun ömürler» yazdırmış. Ben de bir pasta aldım. Tanıdıklarımı davet ettim. Rejisör Yılmaz Atadeniz'in hanımı Armağan, Işık Toraman'ın hanımı Neşvet ve karakter oyuncusu Ferah Nur.. İşte böyle..»
Çocuklar arasındayız.. Konuşmamız kesiliyor. Mumum dikiliyor.
Alkışlarla söndürülüyor. Çan'ın aldığı pastanın üzerinde «Elif» yazılı. Dostlardan gelen hediyeler, tebrikler, çiçekler.. Tatlı yenilip, tatlı konuşuluyor. Limonatlar bile tatlı.. Yılmaz Güney, kızı Elif'e bir «orkide» yollamış, üzerine iliştirdiği karta «Mesut ve uzun ömürler dileriz — Yılmaz ve Nebahat» sözlerini yazmış. Ayrılırken Can Ünal'a: «Ne dersiniz?» diyoruz.
- «Yılmaz, yavruna dön! derim» cevabını veriyor Can Ünal. Çünkü onun yeri burası, çocuğunun yanı. Bir baba da, hiç bir zaman hayatta yavrusunu yalnız bırakmamalı.

Ertesi günü Yılmaz Güney kızı Elif'i evlerine getirtip ayrı bir yaş günü partisi yapıyor ve Nebahat ile «kızlarını» geç vakitlere kadar eğlendiriyor, sevindiriyorlar...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...