Tren karla karışık
yağan yağmurun altında hızla ilerliyordu. Vakit akşam
üzeriydi... Soğuk kjş günlerinin kısa geçen gündüzünden
sonra akşam erkenden varmıştı. Trenin penceresinden bakan küçük
kız, yaprakları dökülmüş ağaçların arasından tren yolu
boyunca akmakta olan dereyi kolayca görebiliyordu.
Küçük bir kus surusu
derenin yatağı boyunca dolaşıyor, bulduklarını giyiyorlardı.
Trenin gürültüsüyle havalandılar. Ama bu gürültü onları çok
korkutmamış olacak ki, yeniden eski durumlarına geldiler,
umursamazcasına yeniden bir şeyleri aramaya başladılar.
Sonra tren bu görüntüyü
gerilerde bıraktı ve yeni güzelliklere doğru koşmaya başladı.
Bu kez de uzakta
tepeler arasında kalmış bir köye takıldı gözleri. Sanki
terkedilmiş, sanki kaybolmuş gibiydi O anda aklına bu köyde de
kendisi gibi çocukların olabileceği geldi. Belki de çok iyi
anlaşabileceği bir arkadaş bulabilirdi onların arasında.
Annesinin sesiyle
hayallerinden sıyrıldı.
«Hadi» diyordu
annesi. «Bir şey yemedin hala.»
Ve ona bir elmayla
birlikte içine peynir sıkıştırdığı ekmeği uzatıyordu.
Birden ne kadar acıkmış
olduğunu farketti. Elmayı ve ekmeği aldı, tekrar başını camdan
yana dönüp şimdiye dek hiç izlemediği, hiç görmediği, hatta
kendisine bir bilmeceymiş, bir gizemmiş gibi görünen bu değişik
görüntüleri izlemeye başladı.
Çok başka bir
diyardan geliyorlardı buraya Daha şimdiden buranın insanı
olduğunu anlamıştı Burası daha farklıydı geldikleri yerden,
ama insanlarına hemen kaynamıştı. Aynı dili konuşuyordu
buradaki insanlar Görenekleri, töreleri aynıydı. Daha küçüktü,
ama bunları kavrayabiliyordu.
Tren küçük
istasyonda durdu. Ve bir anda etrafı, satıcı çocuklarla doldu.
Kimisi ayran uzatıyordu, kimisi sandviçler... Böylesine aniden
nereden çıktıklarını anlayamadı... Burnunu cama dayadı. Soğuk
cam buğulanmıştı içerinin sıcaklığıyla... Küçük bir iz
bıraktı burnu pencerede.
Tam o sırada soğuktan
kızarmış iki el uzandı camın dışından. Başını yukarı
kaldırdı, baktı... Kendi yaşlarında bir çocuktu bu. Gazete
istiyordu. Kompartımandan içeri baktı. Hiç tanımadığı bir
adam oturuyordu karşısında. Yanında gazetesi... Düşünmedi
küçük kız, gazeteyi kaptı, pencereyi açtı ve dışarı attı.
Annesi bağırmaya
başladı... Küçük kız korkarak adamın yüzüne baktı.
Anlayışlıydı adam. Kendine bakan, adeta yardım isteyen bu
gözlerden etkilenmeden yapamadı. Araya girme gereksinimi duydu.
«Önemli değil» dedi
gülümseyerek.»
«Ama okuyordunuz»
dedi annesi. «Hayır, okumuyordum. Bitirmiştim.»
Annesi kızına doğru
döndü:
«Ne ayıp» dedi.
«İzin istemeden böyle şey yapma bir daha.»
Ortalık yatıştı
sonunda.
Üzülmüştü küçük
kız. Biraz da kızmıştı. Mahçup olmuştu başkalarının yanında
azarlandığı için. Hiç sesini çıkarmadan camdan dışarı
bakmaya başladı. Görüntüler birbirini takip ediyordu. Her şey
birbiri ardından akıp gidiyordu.
Vakit ilerliyordu.
Gözleri kapanmaya başladı, uykusu geliyordu yavaş yavaş.
Ablasının kucağındaydı. Annesi daha küçük kardeşini kucağına
aldığı için ona yer kalmamıştı. Kompartımanın kapısının
açılmasıyla kapanmakta olan gözlerini araladı. İçeri hoş bir
kadın girmişti. Kadın bir an gözlerini herkesin üstünde
gezdirdi. Yanlarında boş bir yer vardı. Ablası biraz kenara
çekildi. Açılan yere oturdu kadın. Kürkünü çıkardı kucağına
aldı. Şık, kırmızı elbisesi bir anda gözlerini aldı küçük
kızın. Kırmızı uzun tırnaklı ellerine baktı. Kendi küçücük
ellerine baktı sonra. O da büyüyünce böyle yapacaktı. Ablasına
daha sıkı sarıldı. Gözlerini yumdu. Rüyasında büyümüştü,
kırmızı elbisenin aynısını giyinmişti, mutluydu küçük kız.
Tren aynı hızla
ilerliyordu. Tepelerden iniyor, tepelere çıkıyor, düz ovalarda
ilerliyordu.
Geceleyin uyandı.
Yalnızca kendisi uyumuştu. Herkes uyanıktı, konuşuyorlardı.
Sohbet koyulaşmıştı. Kimse uyandığının farkına varmamıştı.
Etrafı gözlemeye başladı. Yine gözleri o şık kadına takıldı.
Sarı saçlarına baktı, konuşmasını inceledi, tavırlarına
hayranlık duydu...
Ablası uyandığının
farkına vardı tam o sırada.
«Anne» dedi. «Bu
uyanmış, bizi dinliyor.»
Hepsinin bakışları
ondan yana döndü. Utandı küçük kız, kızardı yanakları...
Artık büyük kente
yaklaşıyorlardı. Uzaktan binlerce ışık göz kırpıyordu. Sanki
gökyüzü yere düşmüş gibi geldi ona. Ablasına döndü, «Abla»,
dedi. «Sanki gökyüzü yere düşmüş.»
«Aptal» dedi ablası,
sevgiyle saçlarını karıştırdı onun. «Öyle şey olur mu hiç?»
Karanlıklar içinde
parlayan binlerce ışığın görüntüsü ne kadar da güzeldi...
Orada milyonlarca insan yaşıyordu. Gündüz oldu mu, herkes
koşuşmaya başlıyor, gece oldu mu evlerine çekiliyorlardı. Hele
kış geceleri herkesin bir sığınağı vardı sanki. Küçük
kızın büyük kentin gece yaşantısından haberi yoktu henüz.
«Bak gördün mü?»
dedi ablası. «Burası İstanbul.»
Cama daha bir dayandı,
daha bir merakla bakmaya başladı küçük kız. İstanbul demek
burasıydı. Kendini bildi bileli bu şehrin ismini duyardı.
İstanbul ne denli yabancıydı kendisine...
Tren kalabalık
şehirden içeri giriyordu. Geçiyordu son hızla evlerin arasından.
Biraz merakla, biraz da korkuyla bakmaya başladı. Bilmediği şeyler
onu ürkütüyordu. Ama zaman gelecek güçlü bir insan olacaktı.
Biliyordu bunu kendisi de. Nereden mi? İşte bu soru cevapsız
kalıyordu.
Tren durdu en sonunda.
Kalabalık aile valizleriyle, bavullarıyla inmeye başladı. Küçük
kızın uzun sarı saçlarıyla, annesinin oturttuğu bavulun
üzerinde çok güzel bir görünümü vardı. Meraklı bakışlarla
etrafı seyrederken bu büyük kentin gelecekte ona neler
getireceğinden habersizdi.
Yeniliklerin olması
için zamanın geçmesi gerekiyordu. Zaman geçecek, küçük kız
büyüyecekti... İstediklerini o zaman elde edecekti... Ama o zaman
bir acı olacaktı hafiften. Üstünden bir türlü atamadığı,
zaman zaman varlığını hissettiği bir acı. O neydi? Yıllar
öncesinde bavulun üstünde korkuyla otururken, etrafı seyrederken
küçük kızın yüreğinin derinliklerinde hissettiği korku muydu
acaba?...(diğer haberler için aşağıdakilinke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder