Ana içeriğe atla

Nükhet Duru'nun Günlüğünden

Saçı kurdelalı 15 yaşındaki Nükhet, kollarıyla sımsıkı sarıldığı defterini, uykunun kadife kaplı yumuşaklığına gömüldükten az sonra karyolasından aşağıya dürüverdi...
Etiler'deki bu bahçeli evin salonunda o sırada örgü ören anne Duru, her gece olduğu gibi, bir yandan örgüsü ile diğer yandan da kafasındaki düşüncelerle yoğruluyordu... Kocasından ayrıldıktan sonra kızı Nükhet'le bir başlarına kalmıştı. Neyse ki bir butikte çalışıyor ve kimselere muhtaç olmadan yaşayıp, gidiyorlardı. Fakat yo Nükhet?.. Ya onun geleceği?.. Bir genç kıza hem ana, hem de baba olmak kolay mı? Bütün bunları «becerebilecek miyim»in düşüncesi anne Duru'nun beyninden bir türlü gitmiyordu. Kızını yüksek tahsil yapmış, hayatını kurtarmış, yetişmiş görmekti en büyük muradı... Ama o günler gelecek miydi? Bir an düşüncelerinden sıyrıldı ve yan odada uyumakta olan kızının üstünü örtmek için kalktı.
Nükhet mışıl mışıl uyuyordu. Usulca yanaklarından öptü, kokladı. O sırada gözü karyolanın yanında, yerde duran deftere ilişti... Aldı ve sayfalan çevirmeye başladı.
«... Dünün bir benzeri gün daha sona erdi... Dersler, sınavlar ve okul yolu... Bu böyle nereye kadar sürecek bitmiyorum. Amacıma ulaşmak için bir şeyler yapmam gerekiyor.
«'Çok güzel söylüyorsun' diyerek herkes sesimi beğeniyor ama, yol gösteren kimse yok... Her şeyden sıkıldım. Annemin üzülmeyeceğini bilsem, hemen okulu bırakırım. Mutlaka şarkıcı olmalıyım ben.
«Ama nasıl?
«Bu sorunun cevabını bir bulsam...»
Anne Duru bu satırları okuduktan sonra defteri kapatıp, komidinin üzerine bıraktı... Düşünceleri daha da ağırlaşmış, içindeki sıkıntılar daha da artmış olarak uykusuz geçecek bir geceye gözlerini yumdu...
Sabah kızına bir şey söylemedi. Akşam, Nükhet okuldan eve gelince, yemekten sonra kızını karşısına oturttu...
«Bak canım, bak birtanem... Ben senin iyiliğini düşünüyorum. Sesinin güzel olduğunu ben de biliyorum. Yeteneğin de var. Ama sana özel hocalar tutup, tam bir musiki bilgisi almanı sağlayacak imkanım yok... O yüzden okuldan ayrılmayı kafandan çıkar. Sen okuyacaksın, hem yüksek tahsilini de tamamlayacaksın.
«Unutma kızım, bir anne çocuğunun daima iyiliğini ister... Kaldı ki. ben senin hem annen hem de babanım...»
Bu tatlı - sert sözler, Nükhet Duru'ya şarkıcılık düşünceleri konusunda gelen ilk tepkidir...
Ama, «Olacak olan olur», «Korkunun ölüme bir faydası yoktur» derler... Nükhet için de kader çoktan çizilmiştir.
Küçük not defteri, anne Duru'nun eline bir daha hiç geçmez. Fakat, o defter Nükhet'in en büyük sırdaşı olur.
Yıl, 1969... Mevsim, yaz... Nükhet birkaç dersten birden bütünlemeye kalmıştır. 69 yazının sıcak gecelerinden birisinde yazılan sayfayı çeviriyoruz.
«Bugün olağanüstü bir gün... Florya Deniz Kulübü’nde çalışan Mete Ağabey (Mete Duruman Orkestrası), gecede 35 liraya çalıştırabilecekleri bir şantöz aradıklarını söyledi... Mete Ağabey'e çalışabileceğimi söyledim ve yalvardım. Gelip annemle konuşacak. Benim için ilk fırsat, mutlaka değerlendirmem gerekiyor.»
Nükhet Duru'nun komşusu olan Mete Duruman gerçekten de gelip Nükhet'in annesiyle konuşur. Anne Duru'nun cevabı kısadır:
«Kesinlikle olamaz...»
Şimdi de defterin birkaç gece sonra yazılmış sayfalarına bakalım...
«Yaz tatili bitince tekrar okula döneceğimi söyledim. Daha çok derslerime çalışacağıma söz verdim. Annem sahneye çıkmama izin verdi... Tanıdık, tanımadık herkese sarılıp öpmek geliyor içimden... Cok mutluyum...»
O yaz Nükhet sahneye ilk adımını böylece attı. Kısa süre sonra şantöz Nükhet bir organizatörün dikkatini çekti. Ve ardından Bebek Belediye Gazinosu'nda 75 lira yevmiyeyle işe alındı. Annesi bir süre Nükhet'e darıldı. Sonra o da ikna olunca, Nükhet okulu bıraktı ve uvertür olarak sahneye çıktı... İşte böylece Nükhet için uvertürlük yaşamı başlamış oluyordu. Şimdi defterin o sayfalarını çevirelim...
«Bebek Belediye'den sonra İstanbul'un belli başlı yerlerinde uvertürlüğümü sürdürdüm. Bu arada pek çok kişi peşimden koşturuyor. Kimisinin niyeti kötü! Ama ben insanları seviyorum, kötülüklere karşı iyilikle karşılık veriyorum. Bu arada, son derece estetik bir gözle çekilmiş yabancı dergilerdeki artist resimlerine özendim. Ben de soyunarak resimler çektirdim... Bunların etkisi olacak, Yeşilçam'dan teklifler geldi. Düşünmeden birçok filmde oynadım.»
O resimler ve o filmler gelecekteki Nükhet Duru'nun hep karşısına çıkacaktı... Gencecik bir kızın aldanışı sürekli istismar edilecek, «sevecen Nükhetse gözyaşlarıyla dolu geceler yaşatacaktı... İşte yaşlı gözlerle yazılmış olan bir sayfa...
«Biliyorum şu anda şarkıcı olmak için yanıp tutuşan çok genç kız var... Artık çok iyi biliyorum ki, her artist olmaya karar vermiş genç kız, isabetli karar vermiş sayılmaz... Onları nasıl bir dünyanın beklediğini, nasıl güç koşullarda çalışacaklarını ilk günden bilseler, kimbilir yine aynı isteği duyarlar mı? Sanmıyorum... Ben, Nükhet Duru... Bugüne gelene kadar, sıhhatimden, duygularımdan, gençliğimden bir daha elde edemeyeceğim şeyler yitirdim...»
Evet... Estetik gözle çekilen fotoğrafları da, Yeşilçam'daki filmleri de bir kenara itmişti Nükhet Duru... Artık kendisi için müzikten başka bir yol olmadığını kesin olarak anlamıştır... Müzikteki çıkışının, tırmanışının sancılarını içinde duymaya başlamıştır bile... O günlere ait bir sayfaya göz atalım.
«Bir gün zirveye çıksam bile hep Nükhet olarak kalacağım... Burnu büyük, riyakar, kıskanç olmayacağım... Beni küçük gören, bana eziyet eden solistlerin canı cehenneme!..»

Nükhet Duru bugün zirvede... Onu yakından izleyen birisi olarak şunu diyebiliriz ki: tanıdığımız sanatçılar içinde, en alçakgönüllüsü, en açıksözlüsüdür Nükhet Duru... Yıllar önce not defterinde hiç değişmeyeceğine söz veren Nükhet ile bugünkü Nükhet Duru arasında hiç fark yoktur... Sanatındaki gelişmesinin ve kazandığı tecrübelerin dışında tabii!..(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....