Ana içeriğe atla

Yeliz, Evlilik Diye Tutturdu

Boğaziçi'ndeki bir yalının en üst katindayız. Balkon kapısı açık... Hafif hafif esen rüzgar tül perdeyi sallıyor. Dışarda çocuk sesleri Boğaz'dan geçen vapur düdüklerine karışıyor. Salondaki koltuklardan birinde Yeliz ve müstakbel eşi Ufuk Deveci oturuyor, diğerinde de biz...
Bir süre havadan sudan konuşuyoruz, sonra söz dönüp dolaşıp «EVLİLİK OLAY»na geliyor. Kulağımıza çalman bazı söylentileri ve kuşkularımızı kısaca aktarıp ilk sorumuzu soruyoruz. Cevap Ufuk Deveci’den geliyor:
«Evet! Bu söylentileri biz de duyduk. Güya bizimki bir reklam evliliğiymiş. Yok benim niyetim ciddi değilmiş filan. Ben eğlence hayatını severim ama Kazanova değilim. Hiçbir zaman da Kazanovalığa heves etmedim. Kaldı ki evlendikten sonra beni eğlence aleminde çok zor göreceksiniz. Hazır para yiyen mirasyedi de değilim. Bazı basın organlarında nedense beni hep böyle lanse etmeye çalışıyorlar. Her sabah saat dokuzda işimin başındayım. Kendime göre bir işim ve kazancım var.»
«Yeliz'i çok seviyorum. Bir acayip duygu bu. Onunla beraber olduğum zaman çok mutlu oluyorum. Bu mutluluğumuzu da aile arasında söz kesimi yaptıktan sonra bir evlilikle perçinlemek istiyoruz. Böyle bir mutluluğu kıskananlar olacaktır ama hiç kimse mutluluğumuza engel olamayacaktır...»
Bu arada müzik dünyamızın uçarı genç kızı Yeliz ağır başlı bir evkadını havası içinde çay servisi yapıyor, müstakbel eşi Ufuk Deveci'yi dinlerken gözleri mutlulukla parlıyor.
«Bizle hala neden uğraşıyorlar anlamıyorum. Birbirimizi seviyoruz. 2 ay sonra mütevazi bir düğünle dünyaevine giriyoruz. Yeliz her şeyin mütevazi olmasını istiyor. Yeliz’e kalsa nişan da yapmayalım diyor ama, ben nişan yapalım diye diretiyorum» diye devam ediyor Ufuk Deveci. Bu arada söze Yeliz giriyor:
«Ufuk'u çok seviyorum. Eskiden okul arkadaşımdı, şimdi hayat arkadaşım oluyor. Evlenme teklifi ondan geldi. 2 ay düşündüm. Evlenmeyi hiç düşünmüyordum. Ufuk'u yakından tanıyınca tüm fikirlerim değişti. Evlendikten sonra sadece plak ve TV çalışmaları yapacağım. Benim için sahne defteri artık kapandı. Belki arada bir halk konserlerine çıkarım. Bir de bir müzikal olayım var. Belki rot alacağım. Tabii Ufuk izin verirse.»
Yeliz daha sözünü bitirmeden Ufuk Deveci cevaplıyor Yeliz'i: «Birtanem alkış seslerini özlemene dayanamam senin. Tüm sanatsal çalışmalarında serbestsin.»
BOĞAZ'DA ŞAHANE YALI YENİ EVLİLERİ BEKLİYOR
Çaylar yeniden tazeleniyor, sigaralar yenileniyor. Sigara tablasında birkaç izmarit, koltukta oturan genç kızın dudaklarında tatlı bir gülümseme var. Ojesiz elleriyle sık sık uzun kumral saçlarını düzeltiyor. Sonra kelimeler dökülüyor yavaş, yavaş. «Evlenmeye karar verdiğimiz gün Ufuk bu yalıyı kiralamış. Tabii benim için bu sürpriz oldu. Yazı bu yalıda geçireceğiz. Kişin belki başka bir yerde ev tutarız, belki de hep bu yalıda otururuz. Ufuk bu Anneler Günü'nde benim aileme geldi. Ben de Anneler Günü'nde onun ailesine gittim. Şimdi önce aile arasında söz keseceğiz, sonra nişan ve düğün tarihlerini gün olarak saptayacağız.» Bu arada Ufuk Deveci söz alıyor:
«Geçen yıl ağabeyimin düğün günü Yeliz rüyama girmişti. Bu rüyaya o zaman hiçbir anlam verememiştim. Aynı günün sabahı Yeliz de bir kuaförde annemlerle karşılaşmış. Eski bir okul arkadaşı oiarak bana selam göndermiş... Şimdi rüyalarımız gerçeğe dönüyor.»

Biz onlara «mutluluklar» dileyip ayrılırken elinde evraklarla bir adam giriyor içeriye. «Evlilik muamelesi için gerekli evrakların tamam olduğunu söylüyor. Bir anda gözleri ışıl ışıl parlıyor genç çiftin. Mutlulukla birbirlerine bakıyorlar. Onlar sevinç içinde havalarda uçarken biz sessizce ayrılıyoruz Boğaz'daki yalıdan...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...