Ana içeriğe atla

Jönler Ayaklandı

ESKİ veya yeni, sevdiğiniz yıldızlardan hangisini görmek istersiniz sinemada? Orhan Günşiray'ı mı? İzzet Günay'ı mı? Ekrem Bora'yı mı?.. Yoksa, yoksa Selma Güneri, Eşref Kolçak ya da Ahmet Mekin'i mi? Efendim?., Öztürk Serengil de mi olsun? Belki de Cüneyt Arkın veya Fikret Hakan'ı görmek istersiniz.
Hiç merak etmeyin bu sanatçıları teker teker değil, hepsini birden bir filmde görebileceksiniz. Hem de yakında... Yukarıda adı geçen tüm sanatçıların bir araya gelerek oluşturdukları FİSTAŞ (Filmcilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi) adlı şirket önümüzdeki günlerde ilk filmine başlıyor. Urfa'nın Harran Ovası'nda çekilecek olan «Harran Ovası» adlı filmin senaryosunu Haşan Kazankaya yazdı. Remzi Jöntürk'ün yöneteceği, Orhan Kapkın'ın görüntü yönetmenliğini yapacağı filmde rol alan sanatçılar, bundan böyle oynayacakları filmlerin yapımcılığını da üstlenerek özgürlüklerini ilan ediyorlar. Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Selma Güneri, Orhan Günşiray, İzzet Günay, Ekrem Bora, Eşref Kolçak, Ahmet Mekin, Öztürk Serengil ve Hasan Kazankaya'dan oluşan şirket yönetim kurulu ve kurucu üyeler, Türkan Şoray'ın da yakında aralarına katılacağını, böylece kurucu üye sayısının 11'e çıkacağını söylüyorlar. Öte yandan ilk filmin bitmesinden hemen sonra, şirketi Yeşilçam'da çalışan tüm sanatçılara açacaklarını ve sinemaya emeği geçen herkesin gelip ortak olabileceğini belirtiyorlar. Ayrıca şirket içinde bir de vakıf kurduklarını söyleyen Yönetim Kurulu üyeleri, bu vakıfla sinema sanatçıları arasında yardımlaşmayı amaçladıklarını, sinemada yer alan eski ve yeni tüm sanatçılara güç durumda kaldıklarında yardım elini uzatacaklarını, özellikle yaşlılık günlerinde sahipsiz kalmalarını önlemek istediklerini söylüyorlar.
Şirket Genel Müdürü Hasan Kazankaya, FİSTAŞ'ın kuruluş amacı, yapmayı planladıkları çalışmalar ve ilk filmleri konusunda şunları anlattı:
«Her şeyden önce bizler bu şirket içersinde profesyonel sinemacılar olarak çalışmayacağız. Amacımız pek çok yapımcının parasal ve diğer nedenlerle üzerine eğilemediği konularda, Türk toplumuna yararlı olacak, onu ileriye götürecek, Atatürk ilkeleri yolunda filmler yapmak. Kendimize bir plan hazırladık, çalışmalarımızı dallara ayırdık ve iş bölümü yaptık.
«Ulusal değerlerimizi, hem kendimize hem de dış ülkelere tanıtacak ve ayrıca ülkemize döviz kazandıracak dökümanter film çalışmalarından Cüneyt Arkın ve Fikret Hakan sorumlu. Çeşitli ülkelerle, Türk Sineması'na katkıda bulunacak ortak yapımlar (co-prodüksiyon) konusunda Orhan Günşiray ve Cüneyt Arkın sorumlu. Türkiye ve dış ülkelerde gösterilecek televizyon filmleri yapımından Ekrem Bora ve Öztürk Serengil sorumlu. Şirkete gelir sağlayacak reklam filmlerinin yapımından ise, İzzet Günay, Eşref Kolçak ve Ekrem Bora sorumlu olacaklar. Ayrıca, senaryo hazırlama ve filmleri dış ülkelerde pazarlamak için ekipler oluşturduk. Tüm bunlar dışında ham film ithali ve pazarlama işlerini de yürüteceğiz.

«İlk filmimiz 'Harran Ovası'na gelince; bu filmde şirketimizin tüm kurucu üyeleri rol alacaklar... Büyük rol, küçük rol diye bir ayrım yok... Herkes üzerine düşen görevi yapacak. Filmde bir baraj yapımı çevresinde, ağası ile feodal şartlanmalarıyla, particilik ve sahte sendikacılık olayları ile Türkiye'nin 12 Eylül öncesinin bir tablosunu çizmeye ve o dönemin kaosunu gözler önüne sermeye çalışacağız. Bundan sonraki film çalışmalarımız ise, Fikret Hakan'ın yazdığı 'Vay Kurban' ve ortak çalışmamız 'İstanbul'un Fethi' olacak.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...