Ana içeriğe atla

Lady Diana'nın Peri Masalı

GENÇ kızın yanakları al aldı. Her adım atışında biraz daha artan bu kızıllığı, yapılan makyaj bir türlü kapatamamıştı. Mihraba doğru ağır adımlarla ilerlerken, ara sıra gözlerini kaldırarak çevresindeki kalabalığa gülümsüyor, sonra gayriihtiyari pırıl pırıl yanan bakışlarını herkesten gizleyerek başını yavaşça öne eğiyordu.
Heyecandan kalbi duracak gibiydi. Sanki kalbinin atışlarını kendisiyle birlikte bütün kilisedekiler, hatta dünya duyuyor gibi geliyordu ona. Aslında bu heyecanı hiç de haksız değildi. Dünyanın dört bir yanından gelen krallar, kraliçeler, aristokratlar, devlet adamlarının gözü onun üzerindeydi. Televizyon kameraları aralıksız işliyor, yüzyılın düğününü anında bütün dünyaya iletmeye çalışıyordu. Her şey önceden planlandığı gibi büyük bir düzen içinde yürüyordu. Ufak tefek aksaklıklar hariç tabii. Bu aksaklıkları da, telaşla oradan oraya koşturan gazeteciler, yabancı ajansların muhabirleri meydana getiriyordu ki, bu kadar büyük bir organizasyon içinde bu kadarı son derece olağandı, işte genç kızın heyecanı bu yüzden normaldi. Şu anda bütün dünyanın ilgi merkezi durumundaydı, herkesin gözü onun üzerindeydi...
Ama bütün bunlar onun şu andaki heyecanının, sevincinin gerçek sebebi değildi. O şu anda, geleceğin İngiltere Kralı'nın eşi olmak üzere mihraba ilerleyen Lady Diana Spencer değildi. O sadece, biricik sevgilisi Charles ile hayatını birleştirmek üzere kiliseye giden binlerce İngiliz kızından biri, Diana idi. Bütün heyecanı, kalbinin yerinden fırlayacakmış gibi çarpması, adımlarının birbirine dolaşması bu yüzdendi. Bu yüzden böylesine mutluydu Diana...
Aslında genel olarak yerleşmiş bir kanaat vardır. İş hayatından veya aristokrasiden kimselerin evliliklerinde aşkların göstermelik olduğu, bu evliliklerin ardında başka hesapların bulunduğu düşünülür. Pek de haksız sayılmaz bu kanaat. Özellikle evlilik için aranan gelin adayı, geleceğin kraliçesi olacaksa, bu genç kızda bir takım özelliklerin aranması ve yüzlerce talibin «Armudun sapı var, üzümün çöpü var» misali elenmesi doğal bir şeydir. Ne var ki, böyle bir evliliğin de aşk üzerine kurulabileceğini ve gerçekten mutluluk getireceğini beklemek biraz fazla hayalcilik olur. Bu evlilik yapılması gereken bir görevdir ve en iyi şartlarda yerine getirilecektir.
İşte, Galler Prensi Charles’ın Lady Diana Spencer ile evlenmeye karar verdiği, Buckingham Sarayı tarafından bütün dünyaya resmen açıklandığında herkesin kafasından buna benzer düşünceler geçmişti. Çapkın prensin sayısız maceralarından sonra, özellikle annesi Kraliçe Elizabeth tarafından evliliğe zorlandığı, gelin adayının da Kraliçe tarafından bulunarak, artık pek de genç sayılmayan prense empoze edildiği düşünülüyordu. Lady Diana'yı muhteşem bir hayatın beklediğini düşünerek ona gıpta edenlerin yanı sıra, «Yazık oldu genç kıza, kurban gitti hanedana» diye düşünenlerin sayısı hiç de az değildi. Hatta bu konuda İngiliz gençliği arasında bir anket yapılmış ve gençlerin büyük bir çoğunluğu Diana'nın yerinde olmak istemediklerini söylemişlerdi.
Ne var ki, bu düşüncelerin yanlışlığı çok kısa bir sürede ortaya çıktı. Nişanlarının resmen açıklanmasından sonra, çeşitli davetlere, konserlere, eğlence yerlerine birlikte giden genç çiftin gözü birbirinden başkasını görmüyordu. İkisinin de birbirlerine karşı davranışları, zoraki bir evliliğin kahramanlarının tavrından çok, iki sevgilinin davranışlarına benziyordu. Hatta Charles ile Diana, böyle yerlerde uymaları gereken protokol kurallarını bile çoğu zaman unutuyor ve liseli iki aşık gibi davranıyordu.
İşte bu beklenmedik bir şeydi. Hem başta İngiliz Kraliyet Ailesi olmak üzere bütün İngiltere'nin aradığı özelliklere sahip bir gelin adayı bulunmuştu, hem bu evlilik iki gencin aşkı üzerine kurulmuştu. 20. yüzyılda bir peri masalı yaşanıyordu. O güne kadar ailesinin kendisine sağladığı bütün unvanları ve maddi imkanları bir kenara bırakarak bir anaokulunda öğretmenlik yapmayı tercih eden Külkedisi, rüyalarının prensine kavuşmuştu.
Aslında Prens Charles'ın heyecanı ve mutluluğu da Lady Diana'nınkinden aşağı değildi. Bazı kaynaklara göre, bugüne kadar birlikte olduğu kadınların, yaşadığı maceraların sayısı 600’ü geçmişti. Bazılarıyla ilişkisi oldukça da uzun sürmüş ve herkesi meraklandırmıştı, «Acaba Prens bu sefer evleniyor mu?» diye. Ama hiçbirinde Diana'da bulduğu mutluluğu bulamamıştı Goller Prensi. Aradığı sıcaklık, yumuşaklık, sevgi ve bir kraliçede bulunması gereken meziyetler, hepsi Diana'da mevcuttu. Bu yüzden mutluydu Prens Charles. Utanmasa, kurallara aykırı düşmese, geleceğin İngiltere Kralı'nın ayıplanmayacağını bilse, avaz avaz haykırırdı mutluluğunu, bütün kilisedekilere ve bütün dünyaya.

Modeli aylardır büyük bir devlet sırrı gibi saklı tutulan gelinliğinin içinde bir peri kızı gibi güzel olan Diana ile bir zamanların çapkın, haşarı prensinin mutluluklarına bütün dünya işte böyle şahit oldu. İki genç, rahibin önünde, birbirlerine hayat boyu sadık kalacaklarına yemin ederken, Kraliçe Elizabeth'in bir an, analığı dışında her şeyi unutarak, göz pınarlarında biriken bir damla yaşı sildiği görülüyordu...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...