Ana içeriğe atla

Türkiye, Milli Takımın Arkasında

GÜNLERCE süren korkunç gerilim... Spor ve Sergi Sarayı'nın duvarlarını delen yankılar... Gırtlaklarda damarları saydıracak kadar derinden gelen tezahürat... Alkışlar, ıslıklar, çığlıklar ve görülmemiş gösteriler... Ve mutlu son... Ve ZAFER... ZAFER...
Yanlış anlamayın bir meydan savaşından söz etmiyoruz. Son İsveç maçına kadar ölüp ölüp dirildiğimiz, kalbimizin durup durup çalıştığı Avrupa Şampiyonası Çalenç Turu’nun sonunda ulaştığımız durumu yaşıyoruz. Günün sporu basketbole duyduğumuz ilgi ve sevgiyi, gerek sahada, gerekse televizyon karşısında yeniden ısındığımızı, bizim de bu konuda söyleyecek sözümüzün olduğunu belirtmek istiyoruz.
Evet, 22. Avrupa Basketbol Şampiyonası 5. Çalenç Turu İstanbul ve İzmir’de olmak üzere iki grupta oynanan maçlarla başlamıştı. İstanbul grubunda, Macaristan, İngiltere, Yunanistan, Finlandiya, Türkiye ve Belçika bulunuyordu. İzmir grubunda ise, Portekiz, İsveç, Hollanda, Bulgaristan, Romanya, Almanya bulunuyordu. Zor bir gruba düşmüştük. Özellikle Yunanistan ürkütüyordu bizi... İlk gün Belçika karşısında saniyelerin büyüklüğüne sığındık. Erman'ın son saniyede attığı top demir halka çevresinde dolaşıp, yüreğimizi ağzımıza getirirken aynı anda da bizi sevince boğmuştu. Tek sayıyla aldığımız bu maç ile galibiyete, sevince alışıyorduk. Sonra İngiltere yenilgisi, sonra Finlandiya sevinci, sonra Macaristan ve Yunanistan'ın kötü şakası ile soğuk Almanya duşu ve işte İsveç zaferi ile finale kalış...
Şimdi Çekoslovakya'da 26 Mayıs - 5 Haziran arasında yapılacak Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda duyacağımız yeni heyecanlara hazırlanıyoruz... Gene duymak istediğimiz sözcükler olacak... Aytek, Cevat, Mehmet, Efe ve basket... Emir, Erman, Melih, Mehmet, evet evet gene basket... Son dakika, Serdar, Efe, Şadi bırakmıyorlar Şadi'yi ama yükseliyor Mehmet, Doğan, Necati, Efe bravo Efe... Basket... Bu sonsuz dileğimizi son İsveç maçının sıcaklığı ile belirtiyor, sporcularımızdan yeni yeni başarılar bekliyoruz...
Havishov'da oynanacak olan maçlarda yerimizi (B) grubunda alacağız. Bu grupta Türkiye'den başka Yugoslavya, Polonya, İtalya, Sovyetler Birliği ve Batı Almanya da bulunuyor. Bratisiav'da oynanacak (A) grubu maçlarında ise şu takımlar var, Yunanistan, İngiltere, Fransa, Çekoslovakya, İspanya ve İsrail...
Takımımızı samimi bir göğüs kabartısı ile uğurlarken, yeni zafer duygularına ulaşmak istiyoruz... Boğaziçi'nin serin rüzgarlarının Spor ve Sergi Sarayı’nda ıslanan formalarını kurutacak güçte olduğuna onlar da inansınlar... Mücadeleye güle güle giderken, güle güle gelsinler istiyoruz...

Bütün bu iyi niyet temennimiz yanında, basketbolcularımıza özellikle Yugoslavya karşısında serinkanlı, İtalya karşısında rahat olmalarını fısıldıyoruz. İlk engelleri aşmanın, son engelleri aşmada kolaylık sağlayacağı düşüncesini unutmayalım...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Emel Sayın Ayrılığa Dayanamıyor

Yüksek bir kuleden çevreyi gözlüyorum. Birden kulenin dibinde Selçuk beliriveriyor. Saçlarım öyle uzun ki, aşağıya kadar uzatabiliyorum... Tıpkı, masallarda olduğu gibi, saçlarıma tutunarak tırmanmaya başlıyor. Sonra boşluktan bir el uzanıyor ve saçlarımı tam ortadan kesiveriyor.. Selçuk düşüyor...» Emel Sayın , sık sık buna benzer düşler görüyor ve çığlıklarla uyanıyor... Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar, öylesine çabuk gelir geçer ki, çoğu kez hızla geçen bu zaman içinde, kimi zaman aynaların, kimi zaman da takvim yapraklarının karşısında şaşırır kalırız. Ne var ki, zaman, herkes için çabuk geçmez. Hele hele yolları gözlenen bir sevgilinin dönüşü beklenirken, hiç geçmez... İşte, Emel Sayın için de zaman bir türlü geçmiyor. Ünlü sanatçı, zaman içinde zaman yaşıyor. Kimbilir, vatani görevini Konya’da yapmakta olan Selçuk Aslan için de durum aynıdır. Belki de «İbibikler öter ötmez ordayım, vatan borcu biter bitmez ordayım» türküsü dilinde, talim alanlarında koşarken, hep...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...