Ana içeriğe atla

Yılmaz Güney 3 Kişiyi Bıçakladı

Son günlerde film afişlerinde sık sık adına raslanan Yılmaz Güney, bir sabah gazetelerin vitrin sayfalarına geçti. İlk akla gelen, bir film artisti için dedikodulu bir olaya adının karışmış olmasıydı. Fakat hayır. Yılmaz Güney, yumurta topuklu ayakkabısını, arkasına basarak giyen bir kenar mahalle kabadayısının pervasızlığı içinde gece kulübünde 3 kişiyi bıçaklamıştı...
BİR Yılmaz Güney vardı... Son günlerde film piyasasında çok kişi ondan bahsediyor, geleceğine ait parlak laflar ediliyordu. Bir sabah Yılmaz Güney tekrar yerli sinema aleminde yaşayanların ortak konusu oldu. Üç kişiyi bıçakla yaraladığı için gazetelerin birinci sayfalarında arz-ı endam etmişti Yılmaz.
Önce kimse gazetede okuduğu bu habere inanmak istemedi. İstikbal için bütün kozları eline geçirdiği sırada bir insanın böyle bir «iş» karıştırması akıl alacak şey değildi. Aktörün eşi bile bu haberlere inanmamış olacak ki, telefon edip durumu soranları, «Yılmaz çalışmaya gitti» diyerek daha beter şaşkınlığa uğratıyordu...
Aşağıdaki yazıda Yılmaz Güney'in bir öfke anında kararttığı istikbalini tek tek toplanan taşlarla inşa edilen bir yapı gibi nasıl uğraşarak, didinerek kurduğunu okuyacaksınız.
Yılmaz Güney, Adanalı bir genç. 1937 yılında doğmuş, 27 yaşında. Mahrumiyet içinde geçen çocukluk yılları. Üniversiteye kadar uzanan bir tahsil. Duygulu bir gençtir Yılmaz. Düşünebiliyor, yazabiliyor. Sanat alemi ile yakınlaşması da edebiyat yönünden olacaktı.. Bazı sanat dergilerine Y. Pütün takma adı ile hikayeler yazmaya başlamıştı. Sonra bir tesadüf ve rejisör Atıf Yılmaz'ın aracılığı ile sinemaya geçti.
1959 da çevirdiği ve ilk filmi olan «Alagevik» de Yılmaz Güney, geyik avlamak için dağlara çıkan bir Güney Anadolu delikanlısını oynadı. Ve bu ilk filmiyle dikkati çekti. Aynı yıl çevirdiği ikinci film ise, konusunu Kurtuluş Savaşı'ndan alan «Bu Vatanın Çocukları» oldu. Atıf Yılmaz'ın yönetiminde çekilen her iki film de «1959, 1. Türk Film Festivali»ne katıldı. Ölçülü bir oyunu vardı Yılmaz’ın. Oyunculuğunun yanısıra da Atıf Yılmaz'a asistanlık yapıyor ve çekim senaryolarını birlikte hazırlıyorlardı. Bu çalışmalara karşılık, Yılmaz’ın asıl amacı, «gerçek oyuncu» olmaktı. Ne var ki, bu ilk zorlamaları, direnmeleri hep boşa çıktı. O özlediği oyunculuk çizgisinin dışında kaldı. Bu başarısızlığın başlıca sebebi o sıralarda Orhan Günşiray, Göksel Arsoy gibi yakışıklı jönlerin sinemada kurdukları hegemonya idi. üstelik «kenar mahalle delikanlısı» tipinin temsilciliğini yapan ve köşe başlarını tutmuş iki oyuncu daha vardı karşısında: Ayhan Işık'la Eşref Kolçak... Böyle bir dönemde aradan sıyrılmak gerçekten zordu. Öyle ki Göksel Arsoy bir kalabalık arasında hemen dikkati çekerken, Yılmaz Güney'e belki de dönüp kimse bakmayacaktı. Yılmaz Güney her gün yolda raslanabilecek neviden bir halk tipiydi. Kenar mahallenin ezilmiş delikanlısıydı, «Sokaktaki adam» dı. Bu «Sokaktaki adam» ın kavruk, kuru yüzüne, iri yassı burnuna, ince yapısına başta prodüktörler olmak üzere bütün bir sinema piyasası önce güldü. Neticede Yılmaz Güney'in en son Cavidan Dora ile Orhan Arıburnu’nun yönetiminde «Tütün Zamanı» nı çevirdikten sonra afişlerden silindi. Bu arada bir dergide yayınlanan yazısında suç unsuru görüldüğünden iki yıllık bir mahkumiyetle cezaevine bile girecekti Yılmaz Güney.
ÜÇ MEVSİM SONRA
Şöhretlerini sadece «bebek yüz» leriyle sürdürmeye çalışan «jön» lerin sinemadaki yaşayışları kısa oluyordu. İşte Yılmaz Güney, üç mevsim sonra tekrar sinemaya döndüğünde, zaman aşımının getirdiği bu gerçekleri gördü. Ne Göksel Arsoy'un romantizmi, ne de Orhan Günşiray’ın rol icabı kahramanlıkları kalmıştı. Seyirci her iki tipi de itmişti. Eşref Kolçak da güçlükle ayakta durabiliyordu. Daima yüksek ücretler peşinde koşan Ayhan Işık ise piyasadaki ekonomik çıkmazın girdabına kapılmıştı, öztürk Serengil'in «Tayfur», Sadri Alışık'ın «Turist Ömer» tipleri de araya girmiş ve bir «kör dövüşü» başlamıştı. Bu furya içinde «kenar mahalle delikanlısı» tipinden açılan boşluğa Yılmaz Güney daldı. Başlangıçta ezildi, tökezlendi... Gene de yılmadı. Sonuna kadar direndi. Ve «ikisi de Cesurdu» ile ilk çıkışını yaptı. Bu filmde çizdiği «kabadayı Ali Duran» tipi Türk sinemasına Yılmaz Güney’i ikinci defa getirdi. Kısa bir süre içinde adı «iyi oyuncu» ya çıktı Yılmaz'ın.
NEDEN ÇİRKİN KIRAL!...
Yılmaz Güney'in «Çirkin kıral» sloganı da ortaya şöyle atıldı. Prodüktörler Cemiyetinin bir toplantısında konuşuluyordu. Söz Yılmaz Güney'e geldi:
-«Yılmaz Güney'in bütün çirkinliğine karşılık filmleri Anadolu'da iş yapıyor. Çirkin bir adamın bu derece tutulması şaşılacak şey!...» dediler.
Gerçekten de «çirkin» dedikleri bu genç oyuncunun filmleri para getirir olmuştu. «Koçero», «Kara Şahin» ve özellikle «On Korkusuz Adam» bu filmlerden sadece birkaç tanesiydi.
YILMAZ GÜNEY'LE GELEN
«Jön» ler arasında «iyi oyuncu» sloganının öncülüğünü yapan Fikret Hakan'a (sırasıyla), Turgut özatay, Ahmet Mekin ve en sonra da Yılmaz Güney katılınca, Türk sinemasında yeni bir dönem başladı: «Güzel adam» hegemonyasının çözülüşü ve «Çirkin adam» döneminin başlayışı...
Kavruk yüzlü, iri gölgeli, yassı burunlu Yılmaz Güney’in ağır bastığı bu yeni dönemde, Ayhan Işık’ın fiyatı inmiş, bazı jönler ucuza oynadıkları için fazla iş yapar olmuşlardı. Bu arada sarsıntı geçiren tiplerden biri de Öztürk Serengil’in «Tayfur» u olmuştu. Sadri’nin «Turist Ömer» ine de yol görünmek üzereydi.
Aynı şekilde, geçen yıl, pırıl pırıl bir çıkış yapan Hülya Koçyiğit’in Türkan Şoray’ın yerini almasına ramak kalmıştı. Fakat Hülya yanlış bir sinema politikasının etkisi altında her filmde oynadı, her rolü kabul etti, bazı gün işleri çatıştırdı. Ve neticede, Türkan Şoray’ın ayağını kaydırmak için fırsat bekleyen prodüktörler tekrar ona sarıldılar.
İşte Yılmaz Güney, en verimli günlerini yaşadığı anda filmlerinde canlandırdığı tipi gerçek hayatta oynatmak sevdasına düştü. Bir sabah, gazeteler onun sustalısı ile üç kişiyi yaraladığını yazdılar. Oysa Yılmaz'ın bıçak darbeleri en büyük yarayı kendi benliğinde açıyor ve belki de bu onun intiharı oluyordu.
Türk sineması bugüne kadar yapmadığını yapmış, Tanrı'nın pek meşgul bir zamanında yaratılmış bir kuluna olmadık şanslar vermişti. Hatta çeşitli çevrelerde en büyük mahzur sayılacak cezaevi macerasını bile görmemezlikten gelmişti. Fakat bu defa akıl almaz oyun her halde herkesin tahmin edebileceği bir sonuca ulaşacaktı...

BU YÜZ, ARTİST YÜZÜ — Birçok sinema oyuncusu artist yarışmalarından beyaz perdeye geçmiştir. Yılmaz böyle bir yarışmaya girse bu çehre ile her halde kapıdan çevrilirdi.

KENDİNE GÜVENİYOR Geleceğe güvenle bakıyordu Yılmaz Güney. Başarısı nefsine olan itimadını arttırmıştı.

Mecmuamız, geçen hafta içinde bir gazetecilik olayını gerçekleştirdi. Başta polis kuvvetleri olmak üzere bütün ilgililer bir gece kulübünde çıkan kavgada üç kişiyi yaralayan aktör Yılmaz Güney'i ararlarken. Foto muhabiri Erol Dernek, önce aktörün gizlendiği evi ve daha sonra karısı ile buluşacağı yeri tesbit ediyordu. Yılmaz Güney, karısı ile olan gizli randevusuna, filmlere figüran temin eden bir arkadaşının otomobili ile geldi. Bu arada zaman geçmiş, fiilinin meşhut suçlar hükümlerine göre yargılanmasını gerektirecek bir sebep kalmamıştı. Karısı ile yaptığı konuşmalarda, hasımlarının davacı olmayacaklarını da haber alan Yılmaz Güney, geldiği gibi soğukkanlılıkla gidecek ve yarım saat içinde «kefalete rapten serbest bırakılmak üzere» emniyet makamlarına teslim olacaktı...

MUTSUZ ÇİFT — Yılmaz Güney ne derece soğukkanlı ise, karısı da o derece ürkek ve korkuluydu. «Teslim olmam gerekiyor» diyen Yılmaz'ı bırakmak istemiyor, bir rüyada olup olmadığını anlamak istercesine Yılmaz'ın kolunu, omuzunu tutuyor, onu sanki elinde hissetmek istiyordu. Ama az sonra Yılmaz gene gidecekti.

BORA VE BARADAN'IN HAYRETİ — Babıali'dekiler haberi kulaktan kulağa duymuşlardı. Yeşilçam Sokağı ise hadiseyi ancak akşam gazetelerinden öğrendi. Müvezzi çocuk «Olayları yazıyor. Yılmaz Güney'i yazıyor!...» diye bağırırken Ekrem Bora ile Hüseyin Baradan çocuğun elinde Yılmaz’la ilgili haberi okuyorlardı.

NERİMAN Köksal'ın beklenmeyen evlenmesinin yarattığı şaşkınlık henüz dinmişti ki, Yeşilçam yeni bir olayla çalkalandı.
-«Yılmaz Güney, Klüp 12'de bıçakla üç kişiyi yaraladı.» dediler.
Bir başkası ekledi:
-«Yaralanlar da İlhan Feyman ile kardeşi Alper ve Klüp 12'nin ortaklarından Bülent Evci...»
Durumu öğrenebilmek için önce Yılmaz Güney'i telefonla evinden aradık. Telefonda eşi Can çıktı.
-«Yılmaz dün geceden beri çalışıyor.» dedi.
Bir süre sonra piyasaya çıkan akşam gazeteleri, Yeşilçam'da dolaşan söylentileri doğruladılar. Gazete haberlerine göre yaralama olayı şantöz - artist Gülsün Kamu yüzünden çıkmıştı. Olaya artist Tülin Elgin, tiyatro - sinema oyuncusu Tuncel Kurtiz, «Kalipsocu» şantör Metin Ersoy'un da isimleri karışıyordu.
BİR «SUSSS!...» YÜZÜNDEN
Olaya ismi karışanlardan oyuncu Tuncel Kurtiz olayı şöyle anlattı:
-«Klüp 12'de, Yılmaz Güney, Tülin Elgin ve ben bir masadaydık... Gülsün Kamu da mikrofonda şarkı söylüyordu. Yanımızdaki masada arkadaşlarıyla oturan İlhan Feyman, gürültülü bir şekilde konuşunca, dönüp ‘Susss, dinliyoruz.' dedim. Gürültülü konuşma devam ediyordu. Tekrar ihtar ettim. İlhan Feyman ‘Sen kim oluyorsun da beni susturmaya kalkıyorsun.’ dedi. Bu sırada ikimiz de ayağa kalktık. Yılmaz'ın yanımıza gelişini gördüm. Karşı masadakilerle birbirimize girdik. Ben bir hayli hırpalandım.»
GÜLSÜN KAMU VE TÜLİN ELGİN
Tülin Elgin olayı şöyle anlattı:
-«Saat, gece üç sıralarındaydı... Gülsün şarkı söylüyordu. Bu sırada Tuncel Kurtiz’le İlhan Feyman arasında bir münakaşa başladı. İş gititkçe büyüdü, kavgaya döküldü. Bir ara İlhan Feyman'ın yerden doğrulurken boynundan kan sızdığını farkettim. Kanı görünce de fenalaştım...»
Gülsün Kamu da aşağı yukarı aynı şeyleri anlattı.
İLHAN FEYMAN NE DİYOR?.
Boynunun sağ yanından yaralanan İlhan Feyman’ı gece Ataköy plaj gazinosunda bulduk. Gülsün Kamu işine gelmemişti. Feyman’ın boynu bantlıydı.
-«O gece gazinodan dönünce Metin Ersoy ve Gülsün'le Klüp 12’ye uğradık. Bir köşede Yılmaz Güney, Tülin Elgin ve Tuncel Kurtiz oturuyorlardı. Gülsün şarkı söylerken Tuncel, bana susmamı söyledi. Birkaç defa tekrarladı. Sonra da 'Seni döverim!...' dedi. Sinirlendim. Dışarıya çıkalım dedim. Bu arada yanımıza gelen Yılmaz Güney bana bir yumruk salladı. Ortalık karıştı. Ve boynumda bir acı hissettim. Bıçaklanmıştım. Kardeşim Alper de sol memesinin altından vurulmuştu. Sonra ilk Yardım'a götürüldük...»
METİN ERSOY NE DİYOR!
Kalipsocu Metin Ersoy:
-«Kavga sırasında Yılmaz Güney cebinden bir sustalı çıkardı. 'Ne yapıyorsun Yılmaz?...’ deyip, hemen bileğine yapıştım. Fakat silkinerek kurtuldu.»
NASIL KAÇIRILMIŞ?...
Yaralama olayının ertesi gününde polis Yılmaz Güney’i aramakta devam ediyordu. Bu arada Yılmaz’ın gizlendiği yerden çıkıp, eşi Can’ı ziyaret edeceğini haber aldık. Bir süre sonra Can'ın misafir kaldığı evin önündeydik. On dakika kadar sonra evin kapısı önünde krem rengi, tenteli bir spor araba durdu. İçinden Yılmaz Güney çıktı. Soğukkanlıydı. Sokağın ortasında selamlaştık. Yılmaz önde, biz arkada kapıya doğru yürüdük. Yılmaz
Güney'le eşi Can görür görmez boynuna atıldı, uzun uzun kucaklaştılar.
Olayı en son Yılmaz'dan dinledik:
-«Biliyorsunuz o gece 'Kırallar Kıralı'nın setinde çalışıyordum. Siz ayrılıp, gittikten sonra, iş dönüşü Ege bahçeşine uğradım. Tülin Elgin, Tuncel Kurtiz, hep beraber oturup yemek yedik. Sonra da kalkıp. Klüp 12'ye gittik. Gülsün Kamu mikrofona çıkıp, şarkı söylediği sırada, yanımızdaki masada gürültülü şakalar başladı. Tuncel bir iki defa susmalarını söyledi, oralı olmadılar. Tuncel'le sonradan adını öğrendiğim İlhan Feyman arasında bir çekişme başladı. Aralarını bulmak maksadıyla yerimden kalktım. Fakat kalkmamla çevremizin sarılması bir oldu. Hepsi on beş kişi kadar vardılar. Yumruklaşmaya başladık. Sonrası da malum... Bir ara lacivert elbiseli biri beni ite ite arka kapıya doğru götürdü. ‘Buradan hemen gidin’ dedi. Böylece olay yerinden uzaklaştım.»
Bir süre sonra Yılmaz Güney, aşağıda bekleyen spor arabaya binip gitmişti.

Bir saat sonra Yılmaz Güney’in kefalete rap ten serbest bırakıldığını duyduk. Yılmaz Güney gidip, teslim olmuştu, ifadesi alındıktan sonra bırakılmıştı. İlhan Feyman, Alper Feyman ve Bülent Evci de barışıp, davalarından vazgeçince, Klüp 12'deki olay böylece kapanmış, ya da kapatılmış oluyordu...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Emel Sayın Ayrılığa Dayanamıyor

Yüksek bir kuleden çevreyi gözlüyorum. Birden kulenin dibinde Selçuk beliriveriyor. Saçlarım öyle uzun ki, aşağıya kadar uzatabiliyorum... Tıpkı, masallarda olduğu gibi, saçlarıma tutunarak tırmanmaya başlıyor. Sonra boşluktan bir el uzanıyor ve saçlarımı tam ortadan kesiveriyor.. Selçuk düşüyor...» Emel Sayın , sık sık buna benzer düşler görüyor ve çığlıklarla uyanıyor... Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar, öylesine çabuk gelir geçer ki, çoğu kez hızla geçen bu zaman içinde, kimi zaman aynaların, kimi zaman da takvim yapraklarının karşısında şaşırır kalırız. Ne var ki, zaman, herkes için çabuk geçmez. Hele hele yolları gözlenen bir sevgilinin dönüşü beklenirken, hiç geçmez... İşte, Emel Sayın için de zaman bir türlü geçmiyor. Ünlü sanatçı, zaman içinde zaman yaşıyor. Kimbilir, vatani görevini Konya’da yapmakta olan Selçuk Aslan için de durum aynıdır. Belki de «İbibikler öter ötmez ordayım, vatan borcu biter bitmez ordayım» türküsü dilinde, talim alanlarında koşarken, hep...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...