Ana içeriğe atla

Anne Bizi Bırakma!

Anıları en iyi yaşatan fotoğraflardır... Solsa da sararsa da insanın yaşamında daima renk olur, zaman zaman insanı çok eskilere götürüverir...
Bütün kamuoyunun yakından tanıdığı anne Meliha Şoray ve kızları Türkan Şoray ile Nazan Şoray yaşamları ayrı olduğu halde birbirlerinden hiç ayrılmazlar, biraraya geldiklerinde de sevgi, saygı, şefkat sergilerlerdi...
Kızlarının ortasına oturup onlara sarılmak Meliha Şoray için mutlulukların en güzeliydi... Gerek Türkan, gerekse Nazan başları sıkıştığı anda hemen annelerine koşar onun kanatları altına sığınırdı. Hangi yaşta olursa olsunlar Meliha Şoray onları daima küçük bir çocuk gibi görürdü... Ama artık bu tablo mazide kaldı... Başları sıkıştığı zaman annelerine koşamayacaklar. Meliha Şoray onlara kucak açamayacak... Yalnızca bu tabloya bakıp avunacak iki kardeş.
Bir sevgidir ölçülmez... Altın gibi bir yürektir ki tartılmaz ve arkasından ölümle gelen bir keder ki dayanılmaz... Bir acıdır ki katlanılmaz... Bıçak yarasından, hançer yarasından, kurşun yarasından beter mi beter... Ana acısı demişler adına.
Türkan Şoray ve Nazan Şoray da yaşamlarında bu acıyı tattılar çarşamba sabahı... Kanserden kurtulamayarak ölen anneleri Meliha Şoray’ın cenazesinde bu acıları öylesine canlı olarak dışa yansıdı ki bu acı dolu yürekleri sanki yerinden fırladı, koptu...
Şişli Camiini mahşeri kalabalık doldursun... Tüm tanıdıklar bu acılı günde Şoray'ların yanında halka olup onların acılarına katılsın... Cenazeye gelemeyen başka dostlar gönderdikleri çelenklerle üzüntülerini bildirsin...
Bunların hiç birisini görmüyor, duymuyor, işitmiyorlardı iki kardeş... Yıllar yılı kendileri için mücadele eden, koruyan, kendi gözünden sakınan anneleri Meliha Şoray'ın yeşil çuhaya sarılmış tabutu başında gözyaşı döküyorlardı...
Ne teselli edici sözler, ne onlara uzanan eller Şoray kardeşlerin yaralarını sarmaya yetiyordu. Canları, kanları, hayatları olan anneleri artık mücadele gücünü yitirmiş olarak onları bırakıp bir daha görmemecesine gidiyordu. Bu öyle bir gidişti ki, yüreklerine acıdan bir hançer saplayarak... Ömürleri boyunca için için kanayacak ve hiç bir zaman kapanmayacak bir yara açarak...
Türkan ve Nazan Şoray anneleri Meliha Şoray'ı bu son yolculuğuna uğurlarken gözlerinden sicim gibi yaşlar boşanıyor, duydukları acının etkisiyle "Anne ne olur bizi bırakma" diye haykırıyorlardı şuursuzca..
Onların bu feryatları cami avlusuna ve dışına toplanan binlerce kişinin yüreğini öylesine sızlattı ki, herkes Şorayların bu feryatlarına, acılarına içi yanarak gözyaşı döktü...
Yeşil çuhalı tabut musalla taşından alınıp defnedilmek üzere cenaze arabasına' bindirilirken ailenin yakınları fenalık geçiren iki kardeşi uzaklaştırmak istedilerse de başaramadılar... İki kardeş annelerini geri döndürmek istercesine tabuta yapışmış onun gitmemesi, kendilerini bırakmaması için ağlıyorlar, yalvarıyorlardı...
Bir film sahnesi değildi bu... Dönülmez gidişin ta kendisiydi... Türkan ile Nazan Şoray’ın hayatındaki en büyük dramdı annelerinin ölümü...
Yıllar önce büyük kavgalar sonucu resmen ayrılan Meliha-Halit Şoray çiftini hiç kimse yanyana getiremedi bir daha. Hatta kızları bile... Öyle ki, annesine düşkün olan Türkan Şoray çocukluğunda geçen kötü günlerinde etkisiyle babasına darıldı ve bir daha onu ne arayıp, ne sordu. Ünlü yıldız olduktan sonra bile bir gün olsun bayramda, seyranda mütevazi evde yaşayan babası Halit Şoray’ın kapısını çalmadı. Fakat Meliha Şoray'ın bu ölümü baba kızı camide biraraya getirdi. Ne de olsa et tırnaktı ikisi... Yılların kırgınlığını hiç düşünmeden sarıldılar birbirlerine. İkisi de acılıydı.. Bu acı onları barıştırdı... Ve birde, evet bir de Türkan Şoray’ın kocası Cihan Ünal, aynı zamanda
kayınpederini ilk kez görüyordu...
Bir türlü gülemediler
Birbirlerine aşık olan ve işi evlenmeye kadar götüren Türkan Şoray ile Cihan Ünal, nikah defterine imzalarını attıkları günden beri yüzleri bir türlü gülmedi... Gerçi, bu evlilikten önce Cihan Ünal annesini yitirmiş ve acısını kalbinde duyarken, babası bacağını kırmıştı ama evlendikten sonra da iki yeni olay vardı... Yeni derken Rüçhan Adlı'nın kalp krizi geçirerek hastaneye yatması, arkasından Meliha Şoray’ın Amerikan Hastanesi'ne getirilişi ve nihayet hayata gözlerini kapayışı...
İşte tüm bunlar Türkan Şoray’a mutluluğu yaşatmayan olaylardı peşpeşe gelen... Doğal olarak kocası Cihan Ünal'da hem kendinin, hem de sevdiği karısının acısını paylaşıyordu...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...