Ana içeriğe atla

Kızı İçin Noel Anne Oldu

Hıristiyan aleminin yüzyıllar sonra Antalya’da mezarını bulduğu ve ülkemiz için yeni bir döviz kazandırıcı tarihi kalıt olarak değerlendirdiği Noel Baba, dünya kültürlerinin kaynaşması nedeniyle toplumumuzda da benimsenmeye başladı. Kartpostallardan süs bebeklerine değin yılbaşı simgesi olan Noel Baba’nın yerini bu yıl ülkemizde ünlü bir sanatçımız aldı ve hediye dolu çuvalıyla biricik yavrusunu sevindirirken “Noel Baba öldü, yaşasın Noel Anne” sözleriyle de yeni yıl coşkunluğunu yaşattı. Tanıdınız mı bu ünlü şarkıcımızı?
Gökben Noel Anne'liğini kızından gizli bitirip, eski haline döndüğünde Begüm sevinç içinde ancak yanına gelebilmişti. Heyecanla annesine Noel Anne öyküsünü anlatırken sanatçı bir yandan onunla aynı heyecanı paylaşıyor öte yandan da kızına gelecek sene ne gibi sürprizler yapması gerektiğini planlamaya çalışıyordu sevinç içinde...
Hani çocukların renkli dünyalarının altın kalpli bir dedesi vardır. Her yıl sonu parlak boynuzlu geyiğinin çektiği kızağıyla kara kışa aldırmadan çocukları olan evlere gelir, bacadan girer ve minik yavrulara birbirinden güzel oyuncaklar bırakıp aynı sessizlikte kayboluverir. Yeni yılı kıskanmadan, yeni yılın ilk gününde mutluluk dağıtmayı amaç edinmiş "Noel Baba"dır bu tonton ihtiyarın adı.
Her yeni yıla girişte dünyanın dört bir yanında yapılan şenliklerde belki binlerce kişi ''Noel Baba" kılığına girerek bu efsaneyi gerçekleştirmek için uğraşır. Ama bu sene belki de ilk kez bir kişi "Noel Baba"yı öldürdü ve yerine ona rakip olacak bir Noel Anne yarattı...
Evet Gökben’di bu "Noel Anne" ve sırtında kocaman torbasıyla Begüm'ün odasına girdiğinde Begüm'cük bir şaşırdı ki sormayın. Kocaman göbekli bir ihtiyar yerine incecik ve dinamik yürüyüşlü bir kişi gelmişti karşısına. Belki bembeyaz sakalı bıyığı vardı, ama anne şefkati taşıyan bir çift kadın gözü de bunun “Noel Baba'dan farklı olduğunu hemen belli ediyor ve şaşırtmıyordu onu... Ama tüm meraktı bakışları bir anda neşeye dönüverdi. Çünkü "Noel Anne''nin torbasında bir sürü bebek ve oyuncaklar yardı. “En son sana uğrayıp en güzel bebekleri sana getirdim, eğer yemeğini yiyecek uslu bir çocuk olup annenin babanın sözünü dinleyeceksen hepsini veririm” diyordu Noel Anne. Begüm hemen "peki" diyerek aldı bebeklerini ve onlara isim takarak yepyeni bir oyun dünyasına doğru sürükleniverdi, hatta "Noel Anne''sine teşekkür etmeyi unutup, gidişini dahi görmedi.
Gördüğü herşeyi annesine yetiştirmekte üstüne çocuk tanımayan Begüm nasıl olduysa bir ara kurduğu dünyasından sıyrılıp annesinin yanına koşturduğunda Gökben çoktan "Noel Anne''likten çıkmıştı. Kızının anlattıklarını büyük bir sevinçle dinleyip, heyecanını paylaşan sanatçı bu işten de yüzünün akıyla çıktığı için bir hayli mutluluk duyuyordu. Üstelik "Noel Anne"liği o denil sevmişti
ki onu yaşatmak için bundan böyle her sene aynı görevi yerine getireceğini ve dostlarına da "Noel Anne''liğin Noel Baba’lıktan daha etkili olduğunu anlatıp, aynı görevi başka annelere de uygulatmayı planlamıştı bile...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...