Ana içeriğe atla

Sevda Ferdağ Bikinisiyle

Sevda Ferdağ'ın Şişli'deki evindeyiz. Hava sıcak mı sıcak. Bırakın konuşmayı, nefes almak bile bir külfetmiş gibi geliyor insana. Hani temmuz, ağustos aylarında olsak, «Eh, malum sözdür. Ağaçtır kurur, insandır ölür, yazdır terletir,» deyip ağzımızı bile açmayacağız, ama mayıs başında bu sıcak neyin nesi? Kravatımı gevşetiyorum, mendilimle alnımda biriken terleri siliyorum. Tam o sırada oturduğu yerden kalkan Sevda iki elini yelpaze gibi sallayarak «oflaya puflaya» mutfağa gidiyor. İnsan ne tufah mahluk. İçerden gelen cam sesleri bir an için bile olsa, içimizi ferahlatıyor. O bunaltıcı sıcaktan kurtulmuş gibi hissediyoruz kendimizi... Biraz sonra Sevda içine iki iri buz parçası koyduğu bardağı önüme koyuyor. İçinde ne olduğunu merak bile etmeden buğulu bardağı elime alıp bir yudumda içiyorum. Ne yapsak, ne etsek nafile. İçtiğimiz iki dakika sonra ter olup dışarı fışkırıyor. Artık bon mi, Sevda mı yoksa foto muhabiri mi, orasını pek çıkartamıyacağım, ama içimizden biri «Çıksak mı?» diyor... Meğer hepimiz aynı şeyi düşünürmüşüz... Birkaç dakika sonra kendimizi siyah «İmpala» nın içinde buluyoruz. Bu modern arabalar tıpkı ayağı yerden kesilmiş jet uçaklarını andırıyor. Dört pencerenin dördünü de açmışız, püfür püfür bir rüzgar arabanın içine doluyor. Arabaya bindiğimiz zaman Sevda şoföre tek bir kelime söylemiş: «Denize»...
Bir süre sonra şoför frene basıyor. Tam önümüzde bir motel var. Sevda bizim «dür aman» dememize kulak asmadan bagajı açıyor, içinden küçük bir çanta, alıp koşa koşa uzaklaşıyor. Birkaç dakika sonra uzaktan bize el sallıyor ve kendini denizin soğuk sularına bırakıyor. Biz de gölge bir yer bulup oraya çörekleniyoruz. Tam o sırada yoldan geçen bir kadın denizde çırpınıp duran Sevda'ya bakıp kendi kendine söyleniyor. «Bahar başına vurmuş tazenin!...»
«Baharı başına vuran taze» bir süre sonra denizden çıkıp küçük adımlarla yanımıza geliyor. «Mini-etek modası çıktı çıkalı kadınların adımları da hani iyiden iyiye küçüldü. Mini - adım oldu!...» diyoruz. Gülüyor ve «A, a... Nereden çıkardınız bunu da,» diyor. Kendisine adımlarını hatırlatıyoruz.'. «Mini-adım falan değil yahuuu» diyor. «Oldum olası çıplak ayakla yürümekten korkarım. Ayağıma bir şey batmasın diye dikkat ediyordum.» Sevda, kumda yürürken böyle dikkatli, ya mazallah çakıl üzerinde yürürse... «Dikkat» kelimesi dilimizin ucuna gelince, «Başkasının dikkatini ölçeceğine, önce kendi «dikkat» ini ölçsene,» diye söyleniyoruz ve hemen bikinili Sevda Ferdağ'ı» dikkatle tetkik ediyoruz. Sevda gerçekten geçen yazdan bu yana epey kilo almış. Halk arasında «yediğini inkâr etmiyor,» diye bir söz vardır ya Sevda da öyle işte... Normal gıdasını biraz artırsa hemen fark ediliyor. Kendisine bunu söyleyince gülüyor ve «Saunaya gidiyorum. Denize başladım. Allah eksikliğini göstermesin bu yaz setten sete koşacağım. Çok sürmez iki ay sonra bu fazla kiloları atarım» diyor.
Şair «Kir gitti, sadrazam bitti» demiş. Anlaşılan fazla kilolar gidince sırım gibi bir Sevda kalacak geride... Bir Sevda kalacak ya, nerede? Perdede mi, sahnede mi, yoksa her ikisinde birden mi? Kendisi «Perdede,» diyor. Biz de «Hayırlısı,» diye cevap veriyoruz...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Niye Saklanıyor?

AJDA PEKKAN ’a incecik porselen çay bardaklarıyla çaylarımızı içerken sordum: «Bana kalırsa her sanatçı sahne hayatından bu kadar şikayetçi değil. Kendinizi fazla yıpratmıyor musunuz?» «Belki ben fazla hassasım, belki de layık olduğum şeyleri istiyorum. Bunları bulamadığım zaman da üzülüp, yıpranıyorum.» «Ne gibi?» «Şöyle açıklayabilirim. Siz de kabul edersiniz ki, Türkiye’nin önemli, isim yapmış sanatçılarından birisiyim. Zaman zaman duraklama dönemlerine girdiğim oluyor. Ama, benim bu birkaç aylık duraklamam bunca yıldır yaptığım ismi bir anda silip götüremez herhalde. Bizde alışılmış bir kural var. Yeni bir sanatçı fırlamaya görsün. Hemen bir eski ismi tahtından indirdiği iddia ediliyor. Ne kadar aldırmasanız üzülüyorsunuz. Şöyle bir düşünün ne kadar çok sanatçıya bu çirkin davranışta bulunuldu.» «Türkiye'deki meslektaşlarınızla ilgili düşünceleriniz?» «Seyyal Taner’in showuna hayranım. Sezen Aksu 'nun sesine, duygulu bestelerine bayılıyorum. Erol Evgin’i ço...

Ajda Pekkan Cömert Baykent'le Evleniyor

Bırakın dikkatli bir okuyucu olmayı, gazete manşetleriyle aranızda şöyle bir dostluk varsa bile şimdi vereceğimiz haber karşısında şaşıracak, başınızı iki yana sallayıp, «Allah, Allah!» diyeceksiniz. Haberimiz şu: AJDA PEKKAN CÖMERT BAYKENT’LE YILDIRIM NİKÂHIYLA EVLENİYOR. Böylesine şimşekli bir aşkın yıldırım nikahıyla sonuçlanması normal olmasına normaldir ama, manşetlere çıkan bunca olaydan sonra böyle bir «sona» ulaşılması anormaldir aslında. Neyse, biz şimdilik meselenin o yanını bırakıp şu andaki duruma bakalım: Efendim, iki yıldan beri adları beraber anılan Ajda Pekkan ile Cömert Baykent bu satırların yazıldığı anda ağır aksak, fıstıki makam evlilik hazırlıklarına başladılar. Bize söylediklerine göre siz bu satırları okurken onlar evlenmiş ve Fransa’ya gitmiş olacaklar. Ama bu yukarıda yazdıklarımızın gerçekleşme payı, gerçekleşmeme payıyla aynı orandadır. Yani şu andaki durum akşama sabaha değişebilir. Pazartesi kavga edip ayrılırlar, salı günü Ajda «eyleme geçer», çarşamb...

Fikret Hakan'ın Sinemadaki 20.Yılı

Sinemaya 1951 yılında rejisörlüğünü Renan Fosforoğlu’nun yaptığı «Köprüaltı Çocukları» adlı filmle başlayan Fikret Hakan sinemadaki yirmi yılını doldurdu. Son yıl sinema politikasında temel bir değişiklik yapan ve bir yandan tek jönlü filmlerde oynarken, bir yandan da başrolünü Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın, İzzet Günay, Tanju Gürsu, Sadri Alışık gibi şöhretli yıldızlarla paylaştığı filmler çeviren Fikret Hakan, «Ölünceye kadar mesleğimi yapacağım, yani sinemada kalacağım» diyor. Takvimlerin 1951 yazdığı zamandır... İstanbul’da bir Beyoğlu, Beyoğlu’nda bir Yeşilçam sokağı, Yeşilçam sokağında bir Ömay Film, Ömay Film’de iki oda vardır. Odalardan birinde «patron» oturur, ötekinde işletmeci... O günün «işletmecisi» sonraki yılların ünlü Reha Yurdakul’udur ve anlattığımız olay sırasında «Haklısın Renan» demektedir «Haklısın... Zor iş. Az parayla yapılacak film... Konu pek sağlam değil, üstelik hep tecrübesizlerle çalışacaksın... Zor iş... Bir de artist aramak, jön bulmak var hesapta......