Ana içeriğe atla

Yasal İzinle Sevişti

Yıl 1983... Aylardan Ağustos...
Türkan Şoray büyük gişe hasılatı toplayan filmi "Metres''te kendisiyle oynayacak oyuncuyu ani bir kararla Devlet Tiyatrosu’ndan seçiyor. Seçilen sanatçı da Can Gürzap...
O günlerde sessiz sedasız müdür koltuğuna oturan Can Gürzap böylece Türkan Şoray’ın bu seçimi sayesinde birdenbire gündeme geliveriyor...
Filmin çekimi başlıyor ve Can Gürzap, rol gereği Türkan Şoray'la bol bol sevişiyor.
Ve bu sahnelerin yer aldığı film kısa sürede tamamlanıyor.
Buraya kadar herşey iyi, güzel... Çünkü, Can Gürzap'ın "Metres''i çevirdiği ay, başta da söylediğimiz gibi Ağustos ayı... Bir başka deyişle Devlet Tiyatrosu sanatçılarının izin ayı... Gerçi, geçen yıl, sözkonusu olan ayda film çevrilir diye 47. maddede bir cümle bulunmuyordu ama yine de hüküm gereği Genel Müdürlük'çe verilen izne bağlıydı film çevirme işi... Can Gürzap da bundan yararlandı. Bağlı bulunduğu Genel Müdürlük'ten, işini aksatmamak kaydıyla izni kopardı ve doğruca sete koştu... Yani "Müdür Bey''in Metres'teki sevişme sahneleri yasal olarak izinli olduğu aylarda çekildi. ''Metres"in sanat değerine gelince... Filmin başoyuncusu Türkan Şoray. Ve Şoray'ın çevirdiği filmde de bu değer vardır sanırız...
Müdür olmadığı için 300.000 lirası kesildi
Şimdi size bir Devlet Tiyatrosu sanatçısından daha söz edeceğiz... Yıllardan beri Türk tiyatrosuna ve Türk sinemasına hizmet etmiş güçlü bir oyuncudan, Tuncer Necmioğlu’ndan... Necmioğlu İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda görevlidir ve maaşı da 103.000 liradır, üç ayda bir 309.000 lira maaş alır... İşte bu sanatçı 47. maddedeki değişiklik tebliğ edilmeden önce ve yaz aylarında bir filmde rol almıştı... Herkes gibi o da ekmek parası için çalışıyordu... Ne var ki, Necmioğlu kasım ayı başında maaşını almaya gittiğinde cin çarpmışa döndü. Çünkü maaş zarfının içinde sadece 9.000 lira ve bir de kağıt parçası vardı. Ve kağıtta da üç aylık maaşından 300.000 liranın ceza olarak kesildiği bildiriliyordu kendisine... Yani Necmioğlu ekmek parası için uğraş verirken ekmeğinden olmuştu... Herhalde bir suçu vardı ki, bu cezaya çarptırılmıştı... Üzüntüsü ona bir bela getirdi... Kalp spazmı geçirdi Necmioğlu... Ne dersiniz yoksa suçu müdür olmamak mıydı Tuncer Necmioğlu'nun?..
YÖNETMELİĞİ ÇİĞNEME HAKKINI KİM VERİYOR?
Devlet Tiyatroları Görev ve Çalışma Yönetmeliği'nin 47. maddesinde tiyatro bünyesindeki sanatçıların her türlü, reklam ve sinema filminde oynamalarının ancak kendilerine verilebilecek izinle mümkün olacağı yazılıdır.
1984 yılının kasım ayının ilk haftasında ise İstanbul Devlet Tiyatrosu oyuncularına yeni bir bildiri dağıtıldı. Ve bu bildiri, 47. maddeye değişiklik getirildiğini içeriyor, sanatçıların film çevirme işine kesinlik kazandırıyordu. Şimdi gelin hep birlikte bu kesinlik kazanan ve değişen şekil bildirisinden bir alıntı yapalım: ''Genel Müdürlük film çevirmek için yalnız yaz tatili aylarında izin verebilir..." Çok güzel değişmiş değil mi? Bunun arkasından bir şeyi ilave edelim bizde... Başta Can Gürzap olarak, tüm Devlet Tiyatrosu çalışanları çok iyi bilirler ki, Devlet Tiyatrosu’ndaki izin ayları, temmuz ve ağustostur... Yani, bu bildiriye göre ancak adı geçen izin aylarında film çevirebilir sanatçılar... Can Gürzap da müdür olduğu kadar aynı zamanda bir Devlet Tiyatrosu sanatçısıdır. Ve müdür beyin kendileri, bu bildirinin dağıtımından tam dokuz gün sonra yani 9 Kasım günü Erler Film hesabına Ahu Tuğba ile birlikte film çevirmeye başlamıştır. Kasım ayı da bilindiği gibi tatil ayı değil, iş ayıdır...
O halde Can Gürzap bu yönetmeliği çiğneme hakkını nereden alıyor, kim veriyor? Paraya ihtiyacı olan diğer sanatçılar film çevirdikleri zaman ceza alırken ve Can Gürzap da müdür olarak örnek olması gerekirken, "balık baştan kokar misali" ve "Ben müdürüm kimse karışamaz" dercesine nasıl böyle fütursuzca davranabiliyor? Yoksa bu cesaretin kaynağı kendisini destekleyen Genel Müdür Turgut Özakman mı? Zira Can Gürzap'ı İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun başına müdür olarak atayan Turgut Özakman'ın bizzat kendisidir.(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Hülya Avşar Dostluğu Anlattı

Nükhet kalabalık sinema salonundan çıkarken iki saattir kapalı bir yerde kalmanın sıkıntısını hissetti içinde. Ama sonra güzel bir film seyretmenin mutluluğu her şeyi aldı götürdü. Dışarıda hafiften yağmur yağıyordu. Kıştan kalan bir gün bu bahar havasını alıp götürmüş, yerini serin, yağmurlu, kapalı bir güne bırakmıştı. Caddenin kalabalığına, otomobillerin oradan oraya koşuşturmalarına baktı. İçinde milyonlarca insanı barındıran bir şehirde yaşamdan bir kesit diye düşündü. Sonra düşünceleri o insanların üzerinde yoğunlaştı... Sevgiyle baktı herbirinin yüzüne ayrı ayrı. Yaşam, insanlar, içinde bulunduğu ortam, her şey güzeldi aslında. Ama bu bir bakış açısı değil miydi? İnsan nasıl bakarsa öyle görmez miydi çevresini, öyle algılamaz mıydı çevresindeki olayları? Başını kaydırdı, gökyüzüne baktı. Serin yağmur damlaları yüzüne damladı, üşüdü, başını eğdi. Sonra bu hareketi caddenin tam ortasında yaptığını farketti. Kendi kendine güldü. Önündeki yol uzundu. Hızlanan yağmurla bi...