GEÇEN
sayımızda Güngör Bayrak'ın ilkokul son sınıfına kadar olan
anılarına yer vermiştik... Bu bölümde ise, sanatçının
yaşamında meydana gelen sürprizli gelişmelere ve olay dolu
günlerine yer vereceğiz...
Güngör,
ilkokuldan başarıyla mezun olduktan sonra ortaokula yazılır...
Ortaokul birinci sınıfı ikmalsiz geçer. O yılın yaz tatilinde,
başından, kısa ama etkili bir aşk öyküsü geçer... Oturdukları
evlerinin biraz ötesindeki bir dükkanda, hediyelik eşyalar yapan
bir yüksekokul öğrencisine sevdalanır... Delikanlı da Güngör’e
karşı ilgisiz değildir. Bisiklete biner, dükkanın önünden
geçerek ona 'hava' atmaya başlar. Bir süre bu ilişkileri sadece
görüntü aşkı olarak devam eder... Daha sonra bir rastlantı
sonucu karşı karşıya gelirler... Ayaküstü ve kaçamak olarak
bir-iki sözcük geçer aralarında... Güngör, hayli etkilenir bu
kısa söyleşiden... Ama her şey bir anda bitiverir... Delikanlı,
yaz tatilinin sonlarına doğru Konya'yı terkedip İstanbul'a
döner... Ve bir daha da birbirlerini görmezler...
Bu olay zaten duyarlı
bir yapıya sahip Güngör'ü can evinden vurur... Çocuksu yüreği
onulmaz acılar içinde kıvranır... Ancak hayat devam eder ve
Güngör yarınından habersiz olarak okuluna mutlu bir şekilde
gidip geliyordur... Ve bir gün sabahın erken saatlerinde kapıları
çalınır...
Kapıyı
annesi açar ve eşikte bir adam belirir... Münire Örücü telaşla,
adamı dışarıya itip kapıyı kapatır. Güngör, annesinin bu
davranışına bir anlam veremez... Ama pek de üzerinde durmaz...
Neden sonra annesi tekrar içeriye girdiğinde görür ki, yüzü
sapsarıdır... Heyecanlı ve gerilimli bir hali vardır. Koşup
sarılır, kendisini üzer, bir durumun olup olmadığını sorar...
Annesi, kızını karşısına alıp, hayli titrek bir ses tonuyla
anlatmaya başlar...
«Kızım
sana acı bir gerçekten söz edeceğim... Aslında 18'ine geldikten
sonra açıklayacaktık ama, artık zaman kalmadı... Günkü bizi
sıkıştırıp duruyorlar... Sen aslında bizim öz evladımız
değilsin, kızım.»
Bu
sözler karşısında çılgına döner Güngör... Büyük bir
sessizliğin ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar...
«Hayır,
hayır olamaz, benim annem sensin, evim de burası, inanmıyorum
söylediklerine.»
Bu
kez annesi gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başlar. Güngör'üne
sarılarak şunları söyler:
«Öz
baban sürekli olarak bizi rahatsız ediyor, para sızdırmaya
çalışıyordu. Bugüne kadar sana bir zarar gelmesin diye babanı
susturduk. Ancak artık gördüğün gibi kapılara dayanmaya başladı
ve konu komşuya rezil olmaya başladık. Bizi tehdit de ediyordu.
Sana bu gerçeği söylemek zorunda kaldığım için çok üzgünüm
kızım. Aslında seni nüfusumuza alacaktık. Fakat nüfus
memurluğunda randevulaştığımız halde gelmediler. Şimdi
elimizden hiçbir şey gelmez. Yasal olarak sen onlara aitsin. Seni
vereceğiz.»
14 yaşındaki Güngör
bu sözleri haykırışlar ve çığlıklar içinde dinler. Ve bir
gün Çumra'da bekçilik yapmakta olan babası Halil gelip kızını
o görkemli yaşantısından koparır. Alıp kendi evine götürür.
Büyük bir yıkım ve çöküntü içindedir Güngör. Esas annesi
Cumhuriyet, eşinden ayrılmış ve başka bir adamla evlenmiştir.
Bakın Güngör o yılları nasıl anlatıyor:
«Evde
üvey annem vardı. Babam hiç benimle ilgilenmiyor ve beni üvey
annemin baskısı altına sokuyordu. Ev işlerine koşturuluyor, üvey
annemin yanında bir hizmetçi gibi çalıştırılıyordum. Çocuk
denilecek bir yaşta kaderin büyük sillesini yemiştim. 0 güzel
günlerim son bulmuş, sefil bir hayatın içine atılmıştım.
Meğerse şimdi yanında bulunduğum üvey annem, babamın birinci
eşiymiş. Onun üstüne annemle ilişki kurmuş ve ben dünyaya
geldikten 8 ay sonra da beni kapıya koyup, babam kendi evine dönmüş.
Annem de bir başkasıyla evlenerek o eşinden de çocuk sahibi
olmuş... Sonra beni çok zengin bir aile olan Örücüler'e evlatlık
olarak vermişler. Size o evle ilgili bir anımı anlatmak istiyorum.
Örücüler'in yanında bir fiske dahi yemediğim halde bu yeni
evimde köle muamelesi görüyordum. Evde iki tane de üvey ağabeyim
vardı Bir gün ağabeylerimden birisi ile bir küçük tartışma
yüzünden babamdan öylesine bir dayak yedim ki, ancak bayılma
numarası yaparak bu tekme ve tokatlardan kurtulabildim.»
Güngör'ün bu
dramatik yaşamı devam ederken okullar açılır. Ortaokul son
sınıfa gitmesi gerekirken ailesinden öğreniminin devamı
konusunda tepki görür. Özellikle üvey annesi okumasını
istememekte, «Kız kısmı okuyup ne olacak, otursun evinde de bana
yardım etsin» demektedir. Fakat Güngör olanca gücüyle bu karara
direnir ve öğrenimini sürdürmek için nihayet babadan izin
koparır.
Beyaz kep ve önlüğün
düşleri ile sabahlara kadar gözüne uyku girmez. Hemşirelik
mesleği tam ona göredir. Hasret kaldığı şefkati, hastalara
gösterecek, kimsesizliğini unutacaktır...
Orta
son sınıfı Çumra'da okur. Bu arada Konya'daki annesi zaman zaman
kızlarının okuluna gidiyor ve ailesine duyurmaksızın Güngör'le
görüşüyordu. Annesinin her gelişinde büyük mutluluk duyan ve
özlemini gideren Güngör, ortaokulu böyle bir ruhsal ortam içinde
bitirir.
Bu
arada Çumra'daki evlerinin karşısında Ankara Hacettepe Koleji'nde
okuyan bir kızla sömestri tatilinde arkadaşlık kurar. Kızın
sıcak ilgisi karşısında, başından geçen bütün olayları
anlatır. Evden kurtulmak istediğini ve okumayı arzu ettiğini kıza
söyler. Arkadaşı bu durumda Güngör'e bir yol gösterir. Ve der
ki, «Madem ortaokulu çok iyi derece ile bitirdin, Hacettepe'nin
Hemşirelik Bölümü'nün imtihanlarına gir. Eğer başarı
kazanırsan, orada parasız yatılı olarak okuyabilirsin. Üstelik
küçük bir maaş alarak, cep harçlığını da karşılayabilirsin.
Hem meslek sahibi olursun, hem de bu kötü ortamdan kurtulursun.»
Güngör,
bu teklif karşısında çok sevinir. Beyaz kep ve beyaz önlüğün
düşleri ile sabahlara kadar uyku uyumaz. Ancak bu arada Konya'daki
annesinin öğretmen olması yolundaki telkinlerini de göz önüne
alarak Konya Öğretmen Okulu'nun sınavlarına da girmeyi kafasına
koyar. Her iki okulun da giriş sınavlarına katılacak ve tercihini
ondan sonra yapacaktır. Fakat bütün bunlar için gerekli olan veli
imzasını kimden alacaktır. Çünkü ailesi kesinlikle okumasını
istemez, öğrenimini sürdürmesine karşı koyar. Güngör ne yapıp
edip bu imzayı üvey annesi ya da babasından koparmalıdır. Kendi
kafasına göre bir senaryo yazıp, anne ve babasına şirin
görünmeyi amaçlar. Ve sonunda da üvey annesinden gerekli olan
imzayı alır. O imzayı aldığının gecesinde üvey annesi ile
babası arasında şöyle bir konuşmaya tanık olur:
«Hanım
niye verdin imzayı, otursun evde çalışsın. Biz okuduk mu ki onu
okutacağız!»
«Aman
bey bırak peşini de gitsin. Nereye giderse gitsin! Belayı def etme
kabilinden attım imzayı. Büyüdükçe başımıza problem
olacaktı.»
Ve
Güngör her iki sınava da girer. Her ikisini de kazanır. Ancak
Konya'dan uzaklaşmak için Ankara Hacettepe'yi tercih eder. Bir gün
valizini topladığı gibi evden gizlice ayrılarak Ankara'nın
yolunu tutar. Okul müdür muavininin karşısına çıkarak, sınavı
kazandığını, fakat velisi olmadığını söyler. Müdür muavini
hanım, Güngör'ün veliliğini üstlenerek, okula kaydını
yaptırıp, yerleştirir. 6 aylık bir eğitimden sonra servise
çıkmaya başlarlar. Staj mahiyetinde olan bu serviste Güngör,
öğretmenlerin büyük ilgisini çeker.
İlk
yıldan sonra kep giyer. Ayda 175 lira da maaş almaktadır.
«İlk
yılın sömestri tatilinde beni büyüten anne ve babamın yanına
gittim. Fakat bu gidişim düş kırıklığı ile sonuçlandı.
Özellikle babamdan eski şefkati göremiyordum. Oysa ben onları
gerçek anne ve babam olarak kabul ediyordum. Bu moral çöküntüsü
ile fazla kalamayıp, Ankara'ya okuluma geri döndüm.»
Ve
böylece sıkıntıb geçen bir ders yılından sonra nihayet yaz
tatili gelir. Güngör'ün gidecek hiçbir yeri olmadığı için
müdür muavini, Güngör'ü, İstanbul Pendik'te olan Kızılay
Kampı'na gönderir. Derslerinde başarı gösteren öğrencilerin
gittiği bu kamp, Güngör üzerinde hem yeni bir ortam, hem de yeni
arkadaşlar tanıması açısından olumlu etki yapar...(diğer
haberler için aşağıdaki linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder