Ana içeriğe atla

Hülya Avşar'ın Hayatını Değiştirdi

ZAMAN zaman geçmişimi düşünürüm. O zamanki benle şimdiki ben arasında o kadar çok fark bulurum ki... Bundan bana kalırsa yüzlerce yıl önce, takvim yapraklarına baktığımda ise sadece birkaç yıl önce karşıma utangaç ve beceriksiz bir çocuk çıkar.
O zamanlar yaz aylarında teyzemle birlikte geçirdiğimiz tatiller benim için büyük bir acı kaynağı olurdu. Ama bu birlikte geçirdiğimiz tatillerden birinin benim yaşamımda bir dönüm noktası olacağını hiç bilmiyordum.
Gittiğimiz otellerde teyzem ve ben çok enteresan bir çift oluştururduk. Teyzem iri yapısı ve şişman vücuduyla benim önümden giderdi. Bense başım önümde onu sessizce takip ederdim. Dümdüz saçlarım ve pek de güzel olmayan elbisemle beceriksiz ve biraz da aptal bir öğrenciye benzerdim. Hele onunla yediğimiz akşam yemeklerini hiç unutamam. Yemek vakti geldiğinde kaldığımız otelin restoranına indiğimizde garson bizi, özellikle teyzem gibi iştahlı bir müşteriyi en güzel masalardan birine oturtmaya çalışırdı.
Oturduğumuz masada teyzemin yaptığı ilk iş etrafı, etraftaki insanları gözden geçirmek olurdu. Onların giysilerinden, davranışlarından varlıklı ya da yoksul olup olmadığına karar verir, ahbaplarını otelin en seçkin insanlarından seçmeye çalışırdı. Bazense hiç kimseyi beğenmez ve yüksek sesle «Bu akşam konuşabileceğim hiç kimse yok» derdi. O anda duyduğum utancı anlatmam için hiçbir kelime yetmez sanırım. Daha sonra her zaman olduğu gibi önüne gelen yemekleri büyük bir iştahla yemeye başlardı.
Gene öyle akşamlardan birindeydik. Onun sesli sesli yediği yemeğin farkında dahi değildim. Kendi düşüncelerimin arasına dalıp gitmiştim. Bir ara yanımızdaki masada oturan bir müşteriye gözüm takıldı. Teyzem de benim baktığım kişiyi görmüştü. Yüzüne baktığımda onun yanımızdaki masada oturan adamı büyük bir dikkatle izlediğinin farkına vardım.
«Bak» dedi bana. «Bu adamı tanıdın mı? Çok zengindir. Geçen yıl aniden genç ve güzel karısı ölmüştü. O günden sonra pek ortalarda görünmedi. Hala da o şoku unutmamış gibi. Baksana yüzüne, adeta hasta gibi.»
Karşımdaki bu hiç tanımadığım adam için içimde büyük bir üzüntü duydum. Gerçekten de üzüntülü bir hali vardı. İnce uzun yapısı, kederli gözleriyle sanki bir türlü atamadığı bir ızdırabı taşıyor gibiydi.
Ve benim meraklı teyzem her zaman olduğu gibi bu tanımadığı, ama hakkında çek şeyler işittiği adamın özel yaşamıyla ilgili sorunlarıyla ilgilenmeye karar vermişti. Önündeki yemeyi aceleyle bitiren teyzem büyük bir rahatlıkla yanımızdaki masaya doğru seslendi. «Erkan Bey, merhaba.»
Erkan Bey'in büyük bir sıkıntıyla başını kaldırıp bizden yana baktığını gördüm. O anda yalnız kalmak isteyen bir insanı rahatsız etmenin ne kadar büyük bir ayıp olduğunun farkına vardım ve teyzem adına ben, büyük bir utanç duydum. Daha sonra teyzemin her zamanki gürültülü sesiyle, bundan birkaç yıl önce bir partide karşılaştıklarını hatırlatmak için onun yanına gittiğini gördüm. Birkaç dakika sonra üçümüz de aynı masada oturuyorduk. Aynı masada oturmamız onu daha yakından incelemek imkanını doğurmuştu. Yer yer kırlaşan saçlarıyla Erkan Bey, aslında çok yakışıklı bir adamdı. İnce yüzündeki koyu renk gözlerine üzüntülü, dalgın bir bakış hakimdi.
Ve teyzemin soruları birbiri peşisıra gelmeye başladı... Bu tatil kasabasında ne aradığından tutun da, işlerinin iyi gidip gitmemesine kadar pek çok soru birbirini takip etti. Erkan Bey'in bu sorulardan dolayı büyük bir sıkıntı duyduğunu hissediyordum.
Konuşma bittiğinde teyzem ertesi gün birlikte yemek yeme teklifinde bulundu. Anlaşılan merakını çeken soruların tümüne birden cevap bulamamıştı. Ancak Erkan Bey'in cevabı kesindi...
«Yarın bütün günüm dolu. Bundan sonra da pek boş vaktimin olacağını zannetmiyorum. Özül dilerim» dedi. Ve gitti.
Arkasından teyzem, «Ne kadar enteresan adam» diye söyleniyordu. Sonra bana döndü, «Biraz konuşkan olsana» dedi. «Artık çocuk değilsin.»
Odamıza geldiğimizde teyzem, her zaman olduğu gibi erkenden yattı. Elime kitabımı aldım ve okumaya başladım. Ama aklıma zaman zaman birkaç saat önce birlikte oturduğumuz o hüzünlü adam geliyordu.
Kapının vurulmasıyla düşüncelerimden uzaklaştım. Elinde bir notla garson duruyordu.
«Bu mektup size» diyerek elindeki notu verdi. Bilmediğim bir el yazısıyla yazılmış olan kısa notu okudum: «Affedin beni. Kabalık ettiğimi biliyorum...»
İmza olmadığı halde notun kimden geldiğini biliyordum. Düşüncelerim yeniden bu hiç tanımadığım insanın üstünde yoğunlaşmaya başladı.
Ertesi gün hiç ummadığım bir şey oldu. Teyzem doktorun dediğine göre üşütmüştü ve birkaç gün odasından çıkmaması gerekiyordu. Bu da benim birkaç gün de olsa tek başıma hareket edeceğim anlamına geliyordu. Bir an teyzemin hastalanmasından dolayı, daha doğrusu onsuz geçireceğim birkaç günden dolayı mutlu olduğumu farkettim. Ve bu düşüncemden dolayı kendi kendimden utandım.
Ertesi akşam yemeği tek başıma yiyiyordum. Her zaman oturduğumuz masaya bu kez tek başıma gittim. Ve o anda Erkan Bey'in de dün akşam oturduğu masada yemek yediğini fark ettim. Artık benim için bir başka masayı seçmek çok geçti... Ona bakmamaya çalışarak yerime oturdum. Ancak menüyü aldığımda bütün beceriksizliğimle masadaki çiçek dolu vazoyu devirmiştim. Aynı anda Erkan Bey'in masamın başında durduğunu fark ettim.
«Artık burada oturamazsınız» diyordu. Ve sonra garsonu çağırıp servisi onun masasına yapmasını istedi.
Yemeğimizi büyük bir sessizlik içinde yemeğe başladık.
«Arkadaşınıza ne oldu?» diye sorması ile bu büyük sessizlik bozuldu. Ona teyzemin hastalığından söz ettim.
«Üzüldüm» dedi. Sonra devam etti: «Sanırım notumu aldınız. Yaptığım kabalıktan sonra benimle yemek yemeniz büyük bir kibarlık...»
«Yo, kaba değilsiniz» dedim. «Asıl kabalık yapan teyzemdi. Ama sizi önemli bulduğu için bütün o özel soruları sordu...»
«Önemli mi?» dedi. «Niçin önemli biri olayım?»
«Sanırım» dedim. «Sanırım karınızın ani ölümü, sonra sizin büyük bir üzüntü içinde bir süre insanlardan uzak kalmanız... İşte bütün bunlar...»
«Teyzeniz sizden çok farklı biri» oldu cevabı.
Daha sonra Erkan Bey bana kendi yaşantımla ilgili çeşitli sorular yöneltti. Artık bütün utangaçlığımı unutmuştum. Onun yaşantımla ve ailemle ilgili sorduğu tüm soruları cevaplamıştım.
O akşam yemeğinde Erkan Bey'te sohbetimiz saatlerce sürdü. Ve daha sonraki günler de devam etti.
Yaşantımın dönüm noktası olan bir akşam yemeğiydi bu. Ondan sonra birbiri peşisıra gelen olaylar yaşantımın akışını değiştirdi... Ve ben bugün zaman zaman o akşam yemeğini düşünür ve tek bir şey derim: «Nereden, nereye...»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Emel Sayın Ayrılığa Dayanamıyor

Yüksek bir kuleden çevreyi gözlüyorum. Birden kulenin dibinde Selçuk beliriveriyor. Saçlarım öyle uzun ki, aşağıya kadar uzatabiliyorum... Tıpkı, masallarda olduğu gibi, saçlarıma tutunarak tırmanmaya başlıyor. Sonra boşluktan bir el uzanıyor ve saçlarımı tam ortadan kesiveriyor.. Selçuk düşüyor...» Emel Sayın , sık sık buna benzer düşler görüyor ve çığlıklarla uyanıyor... Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar, öylesine çabuk gelir geçer ki, çoğu kez hızla geçen bu zaman içinde, kimi zaman aynaların, kimi zaman da takvim yapraklarının karşısında şaşırır kalırız. Ne var ki, zaman, herkes için çabuk geçmez. Hele hele yolları gözlenen bir sevgilinin dönüşü beklenirken, hiç geçmez... İşte, Emel Sayın için de zaman bir türlü geçmiyor. Ünlü sanatçı, zaman içinde zaman yaşıyor. Kimbilir, vatani görevini Konya’da yapmakta olan Selçuk Aslan için de durum aynıdır. Belki de «İbibikler öter ötmez ordayım, vatan borcu biter bitmez ordayım» türküsü dilinde, talim alanlarında koşarken, hep...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...