Ana içeriğe atla

Sibel Egemen Dişiliğini Konuşturdu

AŞK denilince, hep aklıma lise yıllarım gelir... Bu yüce duyguyu ilk olarak liseye başladığım ilk yıl yaşadım. O yıllarda Ankara'da oturduğumuz mahallenin en yakışıklı delikanlısına takmıştım aklımı. Onu düşünmeden, yolunu gözlemeden yapamıyordum.
Oysa pek çok genç kız onu erişilmez olarak görüyordu. Yalnızca düşüncelerinde yaşatıyorlardı... Ben ise onları bile kıskanıyordum. Benim duygularımın aynıları başkaları tarafından da yaşandığı için huzursuzdum.
Ne var ki, ben içlerinde en cesuruydum galiba. Amacım, ona yaklaşmak ve kendimi sevdirmekti. Bunun için göze alamayacağım şey yoktu. Bu bir hırs haline gelmişti. Şunu da kabul etmem gerekiyordu ki, beni bir genç kız olarak farketmesinin imkanı yoktu. Neden mi? Çünkü, kısa boylu ve tombalak bir kızdım. Kalçalarıma kadar uzanan saçlarımı, daima bir kasketin içine hapsederdim. Ayağımda rengi dönmüş bir cin pantolon ve üzerinde de babamın giymediği bir gömlek... Bu görünüşte olan birisine, bizim yakışıklı delikanlının bakması mümkün değildi ki...
Bir gece uzun uzun düşündüm ve karar verdim. Kendimi değiştirecektim. Uygulamaya o gece geçtim... Yapacağım çok basitti. Güzelleşmek zorundaydım. Önce saçlarımla işe başladım. Her zaman bakımlı olması gerekiyordu. Fırçalayarak ve sık sık yıkayarak dikkat çeker bir hale getirmeliydim.
Bu işi aklıma taktıktan sonra her işin rengi değişti aniden. Uzun saçlarım her gün defalarca fırçalanıyordu. Mini etek giyiyordum. Dize kadar çoraplarım vardı Çoraplarımın renginde süveter giymeye özen gösteriyordum. Fazla kilolarıma gelince. Onun için en sevdiğim pastalarımdan bile vazgeçmiştim. Süratle kilo vermem gerekiyordu. Fizik güzelliğini, ancak yoğun bir bakım sonucu sağlayabilirdim.
Ve o günlerde evdeki davranışlarım bile değişmişti. Anneme müthiş bir şekilde yardımcı oluyordum. Merdivenlerden uçarak iniyor, kağnı gibi çıkıyordum. Aklım da fikrim de ondaydı. Fakat aylar geçmesine rağmen bir türlü onunla konuşamamıştık. Benim varlığımdan bile haberi yoktu. Kendimi hissettirmeliydim. Her gece penceremde onun yolunu gözlerdim. O bizim evin önünden geçerken kalbim yerinden fırlayacak gibi atardı. Oysa onun hiçbir şeyden haberi bile yoktu.
Bir gece karar verdim Mutlaka onunla konuşmalıydım. Bunun için de önce dikkatini çekmem gerekiyordu. Evet ama, dikkatini nasıl çekebilirdim? Sıcak bir yaz gecesiydi. Onu beklerken, bir yandan da elma yiyordum. Elimde oldukça büyük bir elma vardı. Derken, sokağın başından göründü. Sallana saltana geliyordu. O an büyük bir umutsuzluk içindeydim. Bunun verdiği sinirsel gerginlikten olacak, bir anda karar verdim ve elimdeki elmayı olanca gücümle ona doğru savurdum. Tam isabetti. Kafasına çarptı. Bir anda neye uğradığını şaşırmıştı. Bizim pencereye doğru baktı. Tülü çekmiştim ama, kahkahalarıma engel olamıyordum. Beni yine görememişti. Fakat tuhaf bir rahatlık duyuyordum içimde.
Aradan birkaç ay geçmişti. Mahallede bir grup kurmuştuk. Kızlı - erkekli bir gruptu bu. İçimden hep bu gruba onun da katılması için dua ediyordum. Duam kabul olmuştu. Kısa bir süre sonra bizim gruba o da katıldı. Önceleri her şey iyi hoştu da, sonraları birden bire huzurum kaçtı. Bana bir isim bulmuştu. Her söylediği zaman cinlerimi başıma toplayan bir isim.
'Ufaklık...'
Tanrım bu sözden nefret ediyordum. Sanki bunu biliyordu ve her seferinde adım yerine 'Ufaklık' diyordu bana. Ne var ki, benim lider ruhum yine kendini göstermeye başlamıştı. Grubun lideriydim sanki. Kısa süre içinde kendimi kabul ettirmiştim hepsine. Bu onun dikkatini çekiyordu. Bunun farkındaydım artık. Ve lider ruhum için seviniyordum. Artık ayrılmaz bir bütün olmuştuk. Tabii ki, grubun içinde, Ne var ki, o kız arkadaşlarıyla gezmelere devam ediyordu. Bu açıkça, gönül eğlendirmekti. Gerçi, hakkıydı bu. Yakışıklıydı, nazikti ve çevresinde saygınlık uyandıran bir kişiliği vardı. Her kız onu hemen beğenebilirdi. Ben kıskanmaya başlamıştım. Evet, evet... Kıskanıyordum onu.
Derslerime gelince... Pek iyi diyemeyeceğim. Çünkü aklım fikrim anda olunca, ister istemez bu, derslerimi de etkiliyordu. Neyse, o ders yılı sonunda, yüzümüzün akıyla iyi bir derece olmasa da sınıfı geçmeyi başardım. Rahatlamıştım. Hiç değilse derslerle uğraşmayacaktım bir süre için. Tatil beni bekliyordu. Ve İstanbul'a, akrabalarımızın yanına gittik. Giderken içimde büyük bir hüzün oluşmuştu. Ayrılıyordum ondan. Geçici bir süre de olsa, ayrılık ayrılıktı işte.
Meğer, keramet benim İstanbul'a gelmemdeymiş... İki hafta geçmişti. İstanbul, deniz, yeni arkadaşlar, hepsi, hepsi güzeldi de onun yokluğu ve ona olan özlemim beni sıkıyordu. Onu çok özlediğimi hissediyordum. Dayanılmaz bir özlemdi bu. Hemen Ankara'ya dönmem de mümkün değildi zaten. Ne var ki, bu arada hiç beklenmedik bir şey oldu ve bir gün baktım ki, o gelmiş.
Evet evet, günü birliğine İstanbul'a geldi. Bu gelişiyle bana sanki bütün dünyayı vermişti. Artık ondaki bazı değişikliklerin farkındaydım. Benim lehime gelişen olaylar vardı. Bunu bilmek ve yaşamak ayrı bir mutluluk veriyordu bana.
İstanbul'da kaldığı bir gün bile bana yetmişti. Beni özlediğini her halinden anlıyordum. Ben de onu özlemiştim. Fakat birbirimize sözlerle ifade edemiyorduk bu duygularımızı. Annemle tanışmıştı. Annem cok seviyordu onu. Güvenilir buluyordu.
İki yıl boyunca en büyük eğlencemiz, hemen evin yanındaki sinema ile bahçe duvarımızdı. Hep buralarda buluşuyor, konuşuyorduk... Aileme karşı oldukça saygılı bir insandı. Özellikle anneme karşı. Sevgiyi hissediyordum ve gerçekten de seviliyordum.
Aramızda gerçek bir sevgi vardı. Bunu hem o, hem de ben çok iyi biliyorduk. Fakat bir türlü tanımlayamadığımız bir mesafe de vardı. Bunun tek ve gerçek nedeni ise, onun benim hakkımdaki ciddi fikirleriydi. Derslerimi bizzat izliyordu. İlgileniyordu bıkıp usanmadan. Bizim mutsuz sonumuz, o üniversiteyi bitirip, askere gittikten hemen sonra gelişmeye başladı. Benim müzik tutkum giderek çoğalıyordu. Plak doldurma fikrine bir türlü kendini alıştıramamıştı. Benim için ise bu konunun hayati bir önemi vardı. Ona, yalnızca plak dolduracağımı, sahneye çıkmayacağımı söylüyordum. Fakat bazı konular onda sabit fikir haline gelmişti.
İlk plağımı yapınca, aramızdaki uçurumun iyice belirginleştiğinin farkına vardım. Tabii o da artık bazı şeylerin farkındaydı. Bir zamanlar, fen derslerinde bana yardımcı olmuştu. Onun sayesinde başarılı olmuştum. Fakat çok istediğim halde, müzik konusunda ondan beklediğim ilgiyi ve desteği göremiyordum. Bu da beni üzüyordu.
İlk plağın ardından, konserlerin başlaması ve benim koleji bitirip İstanbul'a yerleşmem, bu güzel beraberliğin tamamen sonu oldu. Yıllarca birbirimizi göremedim. Aslında ayrılırken, birbirimize veda bile etmemiştik. O tür bir ayrılık ikimize de ters geliyordu.
Sonra benim için büyük bir mücadele başlamıştı. Müzikteki savaşımdan söz ediyorum. Zaman zaman aklıma geliyordu. Eskisi kadar sık ve etkili olmasa bile onu düşünüyordum. Aradan yıllar geçti. Sanıyorum yanlış hatırlamıyorsam, yedi yıl içinde üç kez karşılaştık. Aradan geçen zaman ve ayrı ayrı yaşanmış bir yığın olaylar, bizi eski duygularımızla birlikte değiştirmeye yetmişti. Değişmiştik. Sonra birbirimizi göremedik.
Bir süre önce ciddi bir nişanlılık dönemi yaşadım. Ne var ki, olmadı. Çünkü müzik çalışmalarım her zaman daha aktif oldu. İlk planda yer aldı. Bundan olacak, bu nişanlılığım sona erdikten sonra artık bu tür ilişkilere girmemeye karar verdim.
Kısacası şu an evliliği hiç düşünmüyorum. Çünkü benim müzik çalışmalarım buna elverişli değil... Müzikle ilgilenmeliyim. Mutlu bir yuva her an içimde olan bir özlemdir. Ancak bu özlemime, müzik çalışmalarıma son verdikten sonra kavuşacağım...»(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Turgut Akyüz Kör Kurşunun Hedefi Oldu

16 Şubat Çarşamba günü büyük bir acı yaşandı gazino dünyasında. Stardust Gece Kulübü sahibi Turgut Akyüz, Abbas Heybetli tarafından tabanca ile vurularak öldürülmüştü. Olayın nedenleri konusunda çok şey söylenmiş, iddialar arasında, gazino patronlarının Gönül Yazar'a sahne boykotu uygulama kararı aldıkları halde Turgut Akyüz'ün bu kararı hiçe saymasının olaya neden olduğu iddiası bile yer almıştı. Oysa olay gecesi gazinoya arkadaşları ile gelen Abbas Heybetli, olay sırasında söylediği şeyleri, 22 Şubat Salı günü Fatih'de yakalandıktan sonra da ileri sürmüş ve, «Yengem Muazzez Abacı'nın söylediği 'Yasemen' şarkısını o an Gönül Yazar'ın okumasına dayanamadım. Çünkü o şarkıyı yengem tanıtmıştı ve bestecisinden sonra onun sayılırdı. Bu yüzden Gönül Yazar'ı uyardım. Ama Turgut Akyüz çok sert bir şekilde müdahale etti, içkiliydim ve kendime hakim olamadım» demişti. Neden ne olursa olsun, o akşamki bir öfke her iki tarafın da acı çekmesine yetmişti so...

Zafir Seba Bir Yuvarlakla Ayıbını Kapatacak

“ Bugüne değin hep çıplaktım, zaten şöhretimi de soyunmama borçluyum. Ama bu ne zamana kadar sürer, orası meçhul. İşte ben de bu meçhulün kurbanı olmamak ve sahnelerde kalıcı olabilmek için yepyeni bir karar aldım. Yapacağım uzunçalarla sadece çıplak olmadığımı, sanatçılık yönümün de bulunduğunu kanıtlayacağım. Tüm şöhretimin yarattığı çıplaklık imajını bu uzunçalarla başka yönlere çekeceğim gibi ayıbımı da böylece bir yuvarlak plakla kapatmış olacağım.” Evet, yakında dolduracağı bir uzunçalarla geçmişine bir anlamda set çekeceğini açıklayan Zafir Seba söylüyor bu sözleri. Hani şu gerek sahnede, gerekse fotoğraflarında daima çıplak olarak görülen ve bu nedenle de normal bir giysi ile görsek “Aaa bu o mu acaba?” diyeceğimiz çıplak şarkıcı. Çünkü kendisi şimdiye kadar dikkatleri üstüne vücudunu hiç çekinmeksizin sereserpe gözler önüne sererek çekmiş, halen de öyle sürdürmekte. Ama bundan böyle çıplaklığın uzun ömürlü olamayacağını, bir yandan yaşının geçtiğini, bir yandan da soyunma...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Yaprak Özdemiroğlu Şöhret Uğruna Soyundu

Son zamanlarda sinema çevrelerinde ve magazin basınında adından sıkça sözedilen bir genç kız var: Yaprak Özdemiroğlu ... Çok değil bundan bir yıl öncesine kadar onu yakın çevresinden başka tanıyani ismini bilen yoktu. Ama «Alişan» adlı filmden sonra ismi birden sinema dünyasında patlamış ve gelecek vaadeden bir genç kız olarak anılmaya başlamıştı. Üstelik bu başarıyı bir tek filmle sağlaması da ayrı bir başarı olarak değerlendirilmişti. Oysaki Yaprak, bu çevreye ne yabancıydı ne de oyunculuk konusunda deneyimsizdi... Yaprak, o günleri söyle hatırlıyor: «Küçük bir çocukken bile oyuncaklarımla oynadığımı pek hatırlamıyorum. Üvey annem Füsun Önal o zamanlar evde gazetecilere poz verir, resim çektirir, ben de hayran hayran ama seyrederdim.» Evet Yaprak'ta sahneye ve üne özlem işte böyle oluşmuş ve diğer üvey annesi balerin Lale Yurdatapan'ın yolunu seçerek bale dersleri almış ve profesyonel bir balerin olarak bazı sanatçıların gruplarında ve müzikallerde çalışmaya başlamış. ...