Ana içeriğe atla

Beyaz Atsız "Köroğlu"

Topkapı Sarayı'nın «Harem» dairesindeyiz. Ucu topuklarını döven uzun saçlarıyle selvi endamlı cariyelerin ceylan gibi sekerek yürüdükleri, harem ağalarının havada erkek kokusu arayarak dolaştıkları avlular, elektrik kordonlarıyle, spot lambalarıyle dolmuş. Bir köşede, objektifini Osmanlı tarihinin en renkli yerlerinden biri olan hareme çevirmiş bir kamera ve başında tam dört kişi. Gani Turanlı, Duygu Sağıroğlu, Ayşe Şaşa, Atıf Yılmaz ve iki de yıldız: Cüneyt Arkın - Fatma Girik... Neden mi bahsediyoruz? Türk sinemasının üçüncü «Köroğlu» sundan...
KÖROĞLU DEDİKLERİ...
Köroğlu kimdir? Bu sorunun cevabı kitaplarda kesin verilmiyor. Daha doğrusu halk arasında maceralarıyie hikayeleriyle, şiirleriyle «tek adam» haline getirilmiş iki Köroğlu, kesin çizgilerle birbirlerinden ayrılmıyor. İki Köroğlu'ndan biri düpedüz eşkıya. 16'ncı yüzyıl başlarında Celali isyanlarına katılmış bir şaki. İkinci Köroğlu hakkındaki bilgiler ise ondan biraz daha karışık. İkincisi yani şair olanı için «İşsiz güçsüz takımındandır.» diyeni de var, «Yeniçeriydi,» diyeni de... Hatta, «Yeniçeriydi» diyenler onun, Ozdemiroğlu Osman Paşa'nın kumandasında seferlere katılan bir kahraman olduğunu ısrarla belirtiyorlar. Bir başka grup ise Göktürkler zamanında söylenen bir efsaneyi dillerine dolayıp «Bizim Köroğluna bağladığımız efsane, aslında çok daha eskiye ait,» diyor ve şöyle söylüyorlar: «Göktürk efsanesi gelip şair Köroğlu'nun şiirleriyle birleşmiş, isim, daha doğrusu lakap benzerliği yüzünden 'eşkıya' olan birinci Köroğlu da şahsiyeti ve yaptıklarıyle bu efsaneye bir şeyler katmış. Böyiece ortaya günümüze kadar gelen efsane çıkmış.»
Köroğlu kimdir? Türk edebiyatı ve Türk tarihi bakımından bugüne kadar cevabı verilmemiş bu sorunun taşıdığı önem açıktır, ama biz konumuzun dışında olduğu için onu bir tarafa bırakalım.
Bizim bahsettiğimiz Köroğlu «bir tarihi aşk ve macera filmidir. Ve romantizm uğruna «gerçekçilik» feda edilmiştir.
«İŞ, ÜÇ NALLA BİR ATA KALDI.»
Şasa'nın senaryosuna göre Köroğlu'nun konusu şöyle. Bolu'da yaşayan Ruşen Ali'nin babasına gelirler ve ondan Bolu Beyi'ne layık bir at bulmasını isterler. Koca Yusuf günlerce arar, tarar ve sonunda uyuz bir tayı saraya götürür. Buna kızan bey, Koca Yusuf'un gözlerine mil çektirir. O güne kadar ona Ruşen Ali diyenler kahramanımızın adını unutur, «Babası kör» manasına «Köroğlu» demeye başlarlar.
Köroğlu o beğenilmeyen uyuz atı babasıyle birlikte öyle bir yetiştirir ki görenin parmağı ağzında kalır. Bir sürü entrika, bir sürü kavga - gürültü. Sonunda Bolu Beyi'yle Köroğlu karşı karşıya kalır. Bolu beyi bakar ki hali kötü, hemen silâhına davranır. Köroğlu bu, silâhı ne bilsin, ne tanısın... Birden taş kesilmiş gibi kalakalır. Karşısında babasının intikamını almak için o kadar uğraştığı, maceradan maceraya girdiği Bolu Beyi vardır, ama elinde de icat olununca mertliği bozan o delikli demir!... Tam Bolu Beyi tetiğe dokunurken, Hoylu Bey atar kendini Köroğlu'nun önüne. Kaçan Bolu Beyi yüksekçe bir yerden düşüp ölür, intikam alınır.
ARKADAN GELEN ISTIM
Filimde Cüneyt Arkın'la Fatma Girik'ten başka Reha Yurdakul, Mümtaz Ener, Hayati Hamzaoğlu, Hüseyin Baradan, Talia Salfı ve 6 kişilik «fedailer grubunun» rolü var. Adnan Mersinli, Behçet Nacar, Faruk Panter, İsmet Erten, Özdemir Aydın, Ahmet Sert strasıyle Güdümen, Dağdeviren, Zincirkıran, Canı Cebinde, Sır Vermez ve İtebasmaz'ı oynuyorlar. İlk filmini çeviren küçük Zafer Karakaş'ia beyaz atı da unutmayalım. Bu kalabalık kadronun en enteresan oyuncusu ise Mümtaz Ener. Bugüne kadar üç defa yerli filimlere konu olan Köroğlu'nun ilkinde «Köroğlu» rolünde oynayan Mümtaz Ener, üçüncüsünde Köroğlu'nun babası «Koca Yusuf» u oynuyor. (İkinci Köroğlu'nda başrolleri Fikret Hakan'la Türkan Şoray paylaşmışlardı.) Bu arada sette çok enteresan bir şey daha öğrendik. Filmin can damarı olan «beyaz at» bizim gittiğimiz güne kadar bulunamamıştı. Ekibin bir kısmı filim çevirirken, bir kısmı da bir beyaz at arıyordu!
Köroğlu yerli sinema açısından çok önemli bir filim. Yerli sinemanın «iyi rejisör» lerinden sayılan Memduh Ün, bu filmi başka bir «iyi» ye, Atıf Yılmaz'a çevirtiyor. Senaryocu, piyasanın eline çabuklarından değil. Filimde yerli sinemanın hanidir unuttuğu «ar direktörlük» müessesesi de unutulmamış.
Bekleyelim bakalım... Memduh Ün «Üç Arkadaş» a başladığı zaman kimse bir şey çıkacağını ummamıştı, ama «Üç Arkadaş» en iyi Türk filimlerinden biri oldu. Bu filim de pek bir şey olacağa benzemez, ama inşallah «Üç Arkadaş» m başına gelen bu filmin de başına gelir ve Yeşilçam'ın üstündeki kapkara bulutlar yerlerini pespembelerine bırakır...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...