Ana içeriğe atla

Levent Kırca Tiyatrosu Perdesini Açtı


Geçtiğimiz sezon Tuncer Cücenoğlu’nun üç ödüllü yapıtı "Kadıncıklar"ı (Tobav, Avni Dilligil ve İsmet Küntay jürilerince en iyi oyun seçilmiş’i) sergileyen Levent Kırca Tiyatrosu bu yıl da perdesini yine aynı yazarın ''Dosya" adlı oyunuyla açtı.
Cücenoğlu yapıtına önce "Çember" adını vermişti. Ama daha sonra Çetin Altan’ın 1957 yılında yazdığı "Çemberler" isimli oyunuyla karışabileceğini düşünerek yapıtın adını ''Dosya" olarak değiştirdi. Kanımca bu değişiklik sonucu ortaya çıkan yeni isim oyunun özünü daha iyi vermiş. Uzun yıllar bürokrat olarak çalışmış olan Cüncenoğlu, mesleki birikim ve gözlemlerinden yola çıkarak yazdığı bu tekstte devlere karşı gelen, bürokrasinin "böyle gelmiş, böyle gider" uğultuları arasında çalışan çarklarına taş koyan, dürüst, dar gelirli küçük memur tipini işlemiş.
"Dosya" klasik kurgusu olan bir yapıt. Başka birdeyişle, yakalanan olay bizim izleyicimizin seyirlik gustosuna çok uygun olarak işlenmiş. Her oyunda nedense bir son bekleyen izleyici sanırım aradığını "Kadıncıklar''da olduğu gibi "Dosya''da da fazlasıyla bulacağa benzer. Tekstin theatral kurgusu oldukça karmaşık. Oyun film gibi aynı süreç içinde birbirinden farklı mekanlarda geçiyor. Tabii bu da sahneye koyucuya ağır bir görev yüklüyor. Fakat yönetmen Levent Kırca bu zorluğun altından ustaca sıyrılmasını bilmiş. Oyunu destekleyici bölümlerini sahnenin iki köşesine kaydırırken ana mekan olan evi onaya alarak öne çıkarmış. Zaman zaman da dış seslerle anlatımı güçlendirmiş. Yönetmen Kırca patron tiyatrosu kaygısından sıyrılarak bir rol dağıtımına yönelmiş. Ve tuttuğu bu isabetli yolun ürününü de hemen toplamış. Tüm oyuncular üstlendikleri tiplere oturmuşlar. Bu da "Dosya" gibi bir trajediye, bir insanlık durumuna, öncelikle ve özellikle ihtiyacı olan inandırıcılık olgusunu getirmiş. Oyunun en büyük handikaplarından birisi hiç şüphesiz ki, Levent Kırca adını afişte görüp gülmeye şartlanmış olarak salona giren seyirci.
"Bu oyun çok komik olmalı Levent Kırca oynuyor'' ön yargısından tüm yapıt boyunca sıyrılamayan bu izleyici gözlediğim kadarıyla verdiği çarpık reaksiyonlarla oyuncuları, dolayısıyla oyunun genel temposunu bir hayli olumsuz yönde etkiliyor. İşte bu nedenle zamanla televizyonun etkisinden sıyrılıp her oyuncunun her rolü oynadığının bilincine varıldığında tiyatromuz önemli bir adım atmış olacak ve yoğun emekler sonucu ortaya çıkan oyunlar hedeflerine daha rahat ulaşacaklardır. Yönetmene ivedi olarak düzeltmesini önereceğim iki nokta var. Telefon ziliyle kapı zili için aynı efekt kullanıyor. Bu da hem inandırıcılığa gölge düşürüyor, hem de karışıklığa meydan veriyor. İkinci noktaya gelince; (ki bu kanımca oldukça önemli) dar gelirli memurun evindeki akşam yemeği sahnesi oyunun hareket noktasını oluşturan üç kişilik aileyi ekonomik ve sosyal yapısı içinde tanımamızda önemli bir unsur. Ama gel gelelim bu yemek sahnesi birer kaşık yoğurt yiyerek birkaç dakikada geçiştiriliyor Bu sahne daha gerçekçi ve daha anlatımcı olmalı derim.
Oyunun dekorlarını Refik Eren hazırlamış. Sahneyi tüm boyutlarıyla ustaca kullanan Eren, derinliği olan, inandırıcı bir dekor çalışmasına ulaşmış. Deneyimli dekoratör üç ayrı mekan, rahat izlenir biçimde sahneye dağıtırken nasıl olmuşsa evin penceresinden görünen perspektif fukarası yapılar atlamış!
Kostümler Hale Eren’in, müziklerse Okay Temiz’in. Aslında müziğe hiç ihtiyacı olmayan bu oyuna neden müzik yerleştirilmiş acaba diye düşünüyorum. Okay Temiz gibi oldukça değişik müzik çizgisi olan bir sanatçının trajediye hiç bağdaşmayan müziğinin ''Dosya''daki yerini ise düşünsem de bir yere varamayacağımı seziyorum.
Oyunculara gelince: öncelikle tüm kadronun iyi bir grup oyunuyla doğru ve inandırıcı olmayı başardıklarını söylemek .stiyorum. Taner Barlas, Levent Kırca Tiyatrosu için hiç şüphesiz ki büyük kazanç. Tiyatroyu gerçek anlamda tanıyan ve seven, oynadığı oyun ne olursa olsun her zaman rolüne saygı duyan Barlas "Dosya"da da tüm abartılardan uzak tempolu ve doğru oyunu, örnek sahne disipliniyle alkışa değer. Oya Başar yoruma açık rolünü iyi tanımış ve ustaca da yönlendiriyor. Çok iyi kullandığı gözlerini, güldürüye açık bir ses tonuyla desteklerken "Dosya''nın öne çıkan oyuncuları arasına girmeyi başarıyor. Levent Kırca’yı ilk kez bu kadar yalın, tüm abartılardan soyutlanmış bir oyun çıkarırken gözledim. Aralara iyi zamanlamalarla sıkıştırdığı minik gülmeceleriyle de Kırca’yı alkışladık. Melahat Özekit tip olarak rolüne çok iyi oturmuş. Üstüne üstlük son derece inandırıcı bir oyun çıkarıyor. Mehmet Güney karanlık yollardan geçerek yükselmiş zengin işadamına oturmamış. Böylesine bir rolün kanımca daha sert ve daha kararlı bir oyuna ihtiyacı var, Funda Oskay’ı yeni tanıyoruz. Ondan kesin bir yargıya varmak için erken. Tek oyunluk kanım Oskay’ın "Dosya''da iddiasız, yorumsuz ama doğru oynadığı çizgisinde. Ferdi Akarnur’u ilk kez başrol oynarken izledim. Oynadığı dar gelirli küçük memur tipinin özünde yatan ezik ama hırslı, aç ama dürüst karakteri kavrayabilmiş. Rolü çok elverişli olmasına karşın dorukta bir oyun çıkardığını söyleyemem. Ama Akarnur buna karşın belki ilk kez üstlendiği bir başrolü sıcak oynama başarısını yakalamış. Seyirciyle iyi bir iletişim kurabiliyor. Ve hepsinden önemlisi yalın oyunuyla binlerce memurdan biri olduğunu izleyicisine kabul ettiriyor.
''Dosya" devlere karşı gelen, küçük adamların hikayesi "Dosya" karnı aç küçük adamların dürüstlük masalı "Dosya", ''Böyle gelmiş böyle gider" uğultularıyla dönen bürokrasi çarklarının arasına düşmüş küçük adamların hazin şarkısı.
Sezonun izlenmesi gereken oyunları arasında hiç şüphesiz ki, ''Dosya" da var...(diğer haberler için aşağıdaki linke tklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...